YENİ DELHİ (HİNDİSTAN), ASTANA (KAZAKİSTAN)
YOL HİKAYELERİ:2
YENİ DELHİ (HİNDİSTAN), ASTANA (KAZAKİSTAN)
İstanbul’da kış günlerinin etkisini artırarak gelmeye başladığı bir dönemde, 11 Ekim 2017 günü Hindistan’ın başkenti Delhi’ye gitmek üzere öğleden sonra evden ayrıldım.
5 gün sürecek seyahatimi planlarken heyecan içerisindeyim. Hedef Yeni Delhi. 15 yıl önce, 2002 yılının Şubat ayında Yeni Delhi’ye gitmiştim. O zamandan hatıralarımda kalanları tazelemek, zamanım yetmeyip de göremediklerimi görmek istiyorum.
Bir de en çok merak ettiğim bir husus var. Yabancı bir şehre 15 yıl kadar bir aradan sonra tekrar gideceğim ve bu sure boyunca neler değişti, gözlemleyebileceğim.
Önceki gidişimde yurdumuza dönerken yakınımda bulunan birisi bana “bir daha buralara gelmek için deli olmak gerekir” demişti. O deliliği yaşayabilmek, tekrar aynı havayı soluyabilmek için 15 yıl beklemek zorunda kalmışım. Ne kadar yazık.
Ayrıca bir taş ile iki kuş vurma sevdası içerisinde uçuş güzergahıma kaçamak bir gün sıkıştırıyorum ve Kazakistan’da Astana’yı programıma ekliyorum.
Gidiş güzergahı: İstanbul Atatürk HL-Astana Nursultan Nazarbayev HL, iki saat transfer için bekleme, Astana-Delhi İndira Gandhi HL, toplam uçuş süresi 8 saat 45 dakika,
Dönüş güzergahı: Delhi-Astana, 13 saat transfer için bekleme (işte değerlendireceğimiz kısım, sabah 06:20 iniş, akşam 19:30 kalkış), Astana-İstanbul, toplam uçuş süresi 9 saat 50 dakika.
Delhi’ye indiğimizde hava sıcaklığı 32 0C idi. İstanbul’dan ayrılırken arkamda 12 0C’yi bırakmıştım. Soğuk havadan sıcak havaya geçişe hazırlıklıyım. Ayakkabılarımı ve gömleklerimi çok önceden ayarlamıştım.
Indira Gandhi Uluslararası Havalimanı inanılmaz değişmiş. Eski terminal binası 15 yıl önce çok kötü durumdaydı. Yeni yapılan terminal binası ise Dünya’nın en iyi ikinci havalimanı ödülünü almış. Klima sistemi mükemmel, rahat ve uzun koridorlar. Ancak anlayamadığım şey Uzakdoğu ülkelerindeki havalimanlarında zeminde neden yer halısı kullanıldığı. Singapur, Malezya ve Tayland havaalanı terminallerinde de bunu görmüştüm. Dışarısı zaten çok sıcak ve nemli. Pasaport kontrol noktasına kadar çok yürüdüm. Bu arada tuvaletlerin çok temiz olması sevindiriciydi. Kontrol noktası ortalama kalabalık derken yabancı yolcuların daha ilerideki çok kalabalık kontrol noktasında olduğunu gördüm. Değişik ülkelerden insan siluetleri var. Bir saatten fazla bir zamanda kontrolden geçebildim.
Fotoğraf 1: Delhi Havaalanı pasaport kontrol kabinleri. Sol duvarda 9 adet el işareti var. Her bir el işaretinin ayrı bir anlamı var.
Biraz sonra gerçek Delhi ile yüz yüze geleceğim. Ben yurtdışı seyahatlerimde en çok havaalanından dışarıya çıktığımda yaşayacağım şaşkınlığı severim. İçerde o hava yoktur. Son kapı açıldığında şehir ile baş başa kalırsın. Karşında sana bakan bir sürü taksi şoförü, aynı şaşkınlığı yaşayan daha değişik yüzler, bir de yüzünü yalayan gerçek şehir havası. Bunun adı eskilerde “ilk intiba”dır.
Neredeyse 15 saattir kapalı çevrim hava solumaya alışmış ciğerlerim sıcak, nemli ve birazcık da kokulu Delhi havasına hemen adapte oldum. Fazla beklemeye gerek kalmadan nispeten düzgün İngilizce konuşan bir şoförün arabasına (korsan taksi) bindim, otelimize doğru yola çıktık. Delhi büyümüş, havaalanının etrafında bir çok yabancı hotel, tesisler var. Yollar biraz daha kalabalık, neredeyse her model araba var. Yerel triporter araçların adı “Tuk Tuk”. Tüm toplu taşıma araçlarında olduğu gibi CNG (sıkıştırılmış doğal gaz) ile çalışıyorlar.
Fotoğraf 2: Tuk-Tuk
15 yıl önce her yerde, sadece, her model ve cins Tata marka arabalar vardı. Özellikle klasik model olan Ambassador taksiler ve binek araçlar ortalıktan kaybolmuş. Sonraki günlerde yol üzerinde bazı köşelerde onlardan birkaç tane görebildim.
Fotoğraf 3: Tata Ambassador Classic
Delhi bu kadar kalabalık ve kirli değildi. Çok göç aldığı her halinden belli oluyor. Sıcak olmasının da etkisi ile her üst geçidin altı işgal edilmiş durumda. Aldığımız bilgiye göre köprü altında yaşayanların büyük çoğunluğu kuzeybatıdaki Racastan eyaletinden geliyormuş. Genelde: dikkat çeken renkli çiçekli elbiseler giyiyorlar, kadınların gözleri müthiş güzel, küçücük çocukların çocukları var.
Fotoğraf 4: Üst geçitin altında bekleyen çocuklu, Racastan’lı bir kadın,
Fotoğraf 5: Küçük bir dilenci anne,
Ters trafik sistemi başlangıçta yabancı gelse de sonrasında alışılıyor. Yoğun trafik sayesinde kavşaklarda bekleme esnasında aracınızın yanına mutlaka satıcılar geliyor.
Fotoğraf 6: Trafikte balon satan kız
Otele bavulu bırakır bırakmaz resepsiyona uğruyorum. İlave bilgiler alıyorum ve ertesi birkaç günün ulaşım planını yapıyoruz. Ardından hemen kendimi dışarı atıyorum. Sıcaklık umurumda değil. Ama öğleden sonra ciddi bir sıcaklık artışı var. Aslında mevsim kış başlangıcı, Eylül ve Şubat ayları arası en mükemmel aylar, sonrasında 6 ay olan yaz aylarında iş yapmak neredeyse imkansızmış. İlk gün ve akşama iki saat var. Planım bir Tuk-Tuk ile 1,5-2 saat şehri genel olarak dolaşmak. Görebildiğim ve yakaladığım fırsatlarda fotoğraf çekmek istiyorum.
Fotoğraf 7: India Gate
Geçen sefer geldiğimde India Gate bölgesinde hemen hemen hiç insan bulunmazken şimdi çok kalabalık.
Fotoğraf 8: Savunma Bakanlığı Reklam panosu
Birçok reklam panosunda Sahil Güvenlik gemileri ve firkateynlerin reklamları vardı. Buna ilk önce havaalanında rastladığımda şaşırmıştım. Reklamların sahibi Savunma Bakanlığı.
Tuk-Tuk ile giderken düz yollarda fotoğraf çekmek sorun olmuyor ancak dönüşlerde dikkatli olmak gerekiyor. Fotoğraf çekeyim derken bir anda kendinizi yerde yolun ortasında bulabilirsiniz. Fazla sarkmak sakıncalı ve aracın hemen hemen hiç dengesi yok.
Ağaçlı ve ferah bir yoldan giderken sola doğru döndük bir anda gözüme bir yön tabelası çarptı. Gururla deklanşöre bastım ve yüzümde bir gülümseme oluştu. Tuk-Tuk’un şöförü Türk olduğumuzu biliyor. “Atatürk, Atatürk” dedi. İşte Yeni Delhi’deki Mustafa Kemal Atatürk Caddesi’nin başlangıcı.
Fotoğraf 9: Mustafa Kemal Atatürk caddesine giriş
Fotoğraf 10: Mustafa Kemal Atatürk Caddesi Panosu
Tekrar otelin bulunduğu bölgeye dönüyorum. Biraz sonra hava kararacak. Yürüdüğüm güzergah üzerinde bulunmaz bir fırsat var. Yerel bir pazar sere serpe önümde duruyor. Sıcak havanın etkisi sanıyorum: domatesler, patlıcanlar, patatesler küçücük. Bilmediğim bir çok değişik sebzeler var.
Balık satan bir tezgahın önündeyim. Sazan, Alabalık ve başka bir tatlı su balığı olmak üzere tezgahta üç çeşit balık var. İşin özelliğini anlatıyorum: zeminde bir tahta üzerinde L harfi şeklinde yaklaşık bir metre boyunda kocaman bir pala var, keskin yüzü iç tarafta. Satıcı balığı kuyruğundan ve kafasından tutuyor, balığın ense kısmını palanın üst kısmından aşağıya doğru ileriye iteliyor. Palanın alt kısmına gelindiğinde balığın kafası gövdeden ayrılmış oluyor, sonra aynı şekilde hareketler ile balık dilimleniyor. Alıcılar dilimlenmiş balık satın alıyorlar. Balıkçının hemen yanında tavukçu var. Büyük bir kafes içinde canlı tavuklar var. Sonrasını anlatmayacağım !!!
Fotoğraf 11: Pazarda balık satanlar
İlginç bir satıcı daha var. Şekerkamışı suyu satıcısı. Pancar tipi bir motor ile döndürülen volana bağlı 50 santimetre boyundaki merdane arasına sıkıştırılan şekerkamışları demeti 3-4 kez sıkılıyor. 5-6 adet kamıştan 2-3 litre kadar tatlı su çıkıyor. Bu su bardaklara doldurulup içiliyor.
Fotoğraf 12: Pazarda şeker kamışı suyu satanlar
Gün sona erdi. Otele döndüm. İyi bir uyku ve ertesi gün gideceğim fuar için hazırlık yapacağım. Sabah iyi bir kahvaltıdan sonra 40 km ötede Greater Nodia bölgesindeki Tekstil ve Hediye Fuarına katılmak üzere yola çıktım.
Trafik karmakarışık, herkes herkese korna çalıyor, motosikletler her yanımızdan vızır vızır geçiyorlar, şerit kavramı yok. Araçlar arası geçişler milimetrik seviyede, ilginç ama geçmişte kaza yapan araçları yol kenarına bırakmışlar, camı kapısı olmayan bir çok araç toz ve pislik içinde kenarda duruyor. Bölgeler arası ticari araç geçişlerinde vergi ödeniyor. Kim kimi kontrol ediyor, kime ne için para ödüyorsunuz orası biraz karışık ama cebinizde sürekli bozuk paranız olması gerekiyor. Çünkü saçma bir şekilde bazı sokaklardan-caddelerden geçişte park etmeseniz bile ödeme yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bahşiş neredeyse her faaliyette talep ediliyor.
Bir buçuk saat süren yolculuk sonrasında fuar bölgesine ulaştım. Tüm gün fuarı dolaştım ama bitiremedim, esasını söylemek gerekirse Çin’de gördüğüm fuarlardan sonra Hindistan’daki bu fuar büyüklük açısından ikinci sıraya yerleşiyor. İlginç tasarımlar vardı. Ancak genel ve çok sıkı takip edilen bir husus var: fotoğraf çekmek kesinlikle yasak, numune vermek diye bir şey yok, katalog almak mümkün değil. İçerisi serin, dışarısı çok sıcak, renkli halatlardan yapılmış gölgeliklerde kahve içip dinlendim.
Fotoğraf 13: Delhi fuarında dinlenme
Günün kalan kısmını değerlendirmek için (aslında trafikte sıkışıp kalmaktan çekindim) Delhi’ye döndüm. Şehir merkezinde bulunan temiz ve düzgün yapılmış devlet binalarını görmeye gittim. Önceki gelişimde buralara gitmek imkansızdı. Çok özel bir ziyaretçi değilseniz devlet binalarının yanına bile yaklaşamıyordunuz. Şimdi bu durum ortadan kalkmış. Rahat rahat fotoğraf çekebiliyorsunuz ama fazla yaklaşmadan. İngiliz sömürgeciliğinin yansımaları çoğu yerde mevcut. Merkezin şehir planlamasının İngiliz usulü olduğunu anlamak zor değil. Yabancı misyonun olduğu yerler ve şehrin diğer kısımları arasındaki tezat beyaz ile siyahın arasındaki tezat kadar keskinlik taşıyor. Yorgun bir günün ardından yarının heyecanı ile uykuya dalıyorum.
Fotoğraf 14: Delhi Başbakanlık binası
Üçüncü gün programında: Eski Delhi, Jama Masjid, Red Fort, Lotus Temple, Kutb-Minar ve Humayun Tomb bulunuyor. Genelde yapı taşı olarak kırmızı kum taşı kullanıldığından şehirde hakim renk açık kırmızı.
Gazne Devleti ve Timur Devletinin çöküşünden sonra artan Türk nüfusunun yeni bir devlet oluşturma ülküsüyle 1526 yılında Delhi’de kurulan Babür İmparatorluğu 1858 yılında İngilizler tarafından yıkılana kadar bölgeye çok değerli kültürel katkılarda bulunmuş, dünya harikası eserler meydana getirmişler. Delhi bu açıdan bizim için çok önemli ve görülmesi gereken yerlerden birisi.
Eski Delhi hala karmakarışık. Böyle olması düzgün olmasından çok daha iyi. Şehirlerin kendi karakterleri vardır. Aşırı şehirleşmenin yarattığı baskı geçmişin izlerini silmemeli. Bundan utanılmaması da gerekiyor.
Acemi Avrupalı turistlerin çoğunluğu zayıf bir Hintlinin sürdüğü vitessiz bisiklet arabalara binerken alaycılıkla karışık yaşadıkları oryantal zevk (çok uzun bir özne oldu özür dilerim) ince ve soluk dudak kenarlarının anlık yukarıya kıvrılmasına neden oluyor. Ben de onların bu kısa süreli zevkini hayatlarında sadece bir veya birkaç defa yaşayabileceklerini ama ömür boyu ihtirasını çekeceklerini düşündükçe gülümsüyorum.
Fotoğraf 15: Eski Delhi’de bisikletli taşımaya binen Avrupalı turistler
Eski Delhi’de tahmin edemeyeceğiniz görüntüler var. Aynı yol üzerinde gıcır gıcır son model bir turist otobüsü, son model yabancı arabalar, kağnılar, yolda yatan inekler, bisiklet ve motosikletler, yayalar, satıcılar, Tuk-Tuk’lar, bağıran insanlar, ezan okunurken ayrı bir şekilde ibadet eden Hindular. Ve bunların tümü aynı anda oluyor. Bu karmaşa Avrupalılar için anlaşılması zor bir manzara.
Fotoğraf 16: Eski Delhi’de cadde üzeri yak öküzü ile taşımacılık
Çeşitli Türk kavimlerinin Hindistan’la olan ilişkileri çok erken tarihlerde başlamış, M.Ö. III. Yüzyılda Hindistan’da Şak ve batıda İskit adını taşıyan Orta Asyalı Türk boyu Hindistan topraklarına geçerek yerleşmiş ve “Hint-Saka” adlı devletin esasını oluşturmuşlar. X. yüzyılın sonlarından itibaren Türk İslâm kuvvetleri Hindistan’a ekonomik ve dinî sebeplerle akınlar başlatmış, Racalık’ların zayıflaması ile birlikte Hindistan’ın kuzeyinde Müslüman iktidarında 1206 yılında büyük Delhi Türk Sultanlığı adında bir devlet kurulmuş.
Türklerin yaşayış tarzı, dili, üretim sistemi ve mimarisi Kuzey Hindistan’da etkili olmaya başlamış, artan Türk nüfusu ile birlikte 1526 yılında Delhi’de Babür İmparatorluğu kurulmuş. İmparatorluk Cihangir Şah döneminden sonra 1627-1658 yılları arasında Şah-ı Cihan döneminde kültürel ve Moğol-Hint mimarisi tarzının en üst seviyesine ulaşmış. Bu dönemde Taç Mahal gibi dünyayı hayran bırakan eserler meydana getirilmiş, sonrasında artan taassup ve dini hoşgörünün terkedilmesi yerel ayaklanmaları körüklemiş, 1857 yılında da İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmiş. Bu dönemde Babür İmparatorluğu tarafından yapılan, üzerleri değerli mücevherlerle süslenen bir çok tarihi eser İngilizler tarafından yağmalanmış ve imparatorluk son bulmuş. Moğol-Türk ve Hint kültürü yüzyıllarca iç içe yaşamış ve etkileşimde bulunmuş.
Kısaca belirttiğim tarihi olayları detaylı olarak anlatan birçok kaynak var. Diğer taraftan Delhi’ye gittiğinizde kendinizi hiç yabancı hissetmenize gerek yok. Şehir haritasını elinize aldığınızda Latince harflerle yazılmış çoğu şeyi anlayabiliyorsunuz.
15 yılda neler değişmiş: Lüks alışveriş merkezleri açılmış, yabancı arabalar piyasaya hakim olmuş, yerel binek arabalar hemen hemen yok olmuş, meşhur amerikan fastfood restoranlar hemen hemen her yerde var, her yer daha çok kalabalık, büyüyen şehir nedeniyle çarpık yapılaşma artmış, ulaşım için artık metro var ve büyütüyorlar, trafik tamamen berbat olmuş, düzgün ve temiz çevre anlayışı azalmış, belediye temizlik için değişik kampanyalar düzenliyor, gürültü artmış, yerel giysileri olan Sare’yi sadece yaşlı kadınlar giyiyor, gençler yerel kıyafetleri terk etmişler, işsizlik artmış, fakir zengin herkesin elinde cep telefonu var, internet hizmeti çok iyi ve hızlı, India Gate bölgesi eskiden hemen hemen boştu şimdi çok kalabalık. Connaught Place, Laipat Nagar, Dilli Haat, Palika Bazaar nispeten ucuz alışveriş yapabileceğiniz yerler, kaliteli ürünler ve markalardan alışveriş yapmak isterseniz South Extension bölgesine gitmeniz gerekiyor, burada sokaktan geçmek bile 20 Rupee.
Gittiğim yerleri tek tek açıklamak istemiyorum, sadece fotoğraflarını ve isimlerini ekleyeceğim, ancak eğer Delhi’ye gidecek olursanız önceden hazırlık yaparak gidin daha çok keyif alacaksınız. Hindistan diğer tüm Ortadoğu, Uzakdoğu ve Çin ülkelerinden çok farklı, emniyet sıkıntınız yok, yabancılara çok alışkınlar, kalabalık içerisinde kendinizi o kadar rahat hissediyorsunuz ki zamanın nasıl geçtiğini çoğu yerde anlamıyorsunuz.
Yemek konusunu sorarsanız, o ayrı bir husus ve üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekiyor. Acı ve baharatlı tatlar/kokular hayatınızda ne kadar yer alıyorsa o kadar yemek yiyebilirsiniz. En önemli husus tabii ki hijyen. Bu konuda internette çok açıklamalar bulabilirsiniz.
Ben size gittiğim yerlerden birer fotoğrafı yazıma ekliyorum. Sizler oralara gittiğinizde çok daha farklı yerler bulabilirsiniz. Çünkü çok değişik alternatifler mevcut.
Fotoğraf 17: Jama Masjid
Jama Masjid, Cuma Camisi olarak da söyleniyor, Şah Cihan zamanında yapılmış, kırmızı kum taşı kullanılmış, kapasitesi 40.000 kişilik, giriş turistlere 500 Rupi, kendi vatandaşlarına 50 Rupi. Ayakkabınızı dışarda bırakacaksınız. Bunun için 100 Rupi, terlik almak isterseniz 200 Rupi, tüm bunları ödeyip gezip çıkarken ayakkabılarınızı giyeceğiniz esnada sizden bahşiş isteyeceklerdir, takdir size ait. (1 USD=65 Rupi, Euro pek tanınmıyor).
Fotoğraf 18: Eski Delhi Red Fort kalesindeki savaş müzesinde Basra Tersanesinin ahşaptan yapılmış maketi
Fotoğraf 19: Ahşap Arap kayık maketi
Fotoğraf 20: Şah Cihan sarayında denizciler tarafından da kullanılmış 17.yy.’a ait düzlemsel pirinç usturlab.
Fotoğraf 21: Şah Cihan sarayında denizciler tarafından da kullanılmış 17.yy.’a ait küresel pirinç usturlab.
Fotoğraf 22: Şah Cihan Sarayı bahçesinde insanlara alışmış sırtı çizgili sincap.
Fotoğraf 23: Şah Cihan Sarayı Mermer köşkler, Ön cephe Jama Masjid’e bakıyor.
Fotoğraf 24: Red Fort (Kırmızı Kale), içinde Şah Cihan’a ait müştemilatlar var. Kırmızı kum taşı kullanılarak yapılmış. Zaten bölgedeki tüm tarihi eserler bu taşlarla yapılmış.
Fotoğraf 25: Meşhur Bahai Tapınağı (Lotus Tapınağı)
Lotus Tapınağı ekspresyonist mimari tarzda yapılarak 1986 yılında ziyarete açılmış, giriş ücretsiz, Hindu geleneğine göre saflığı ve kutsallığı temsil eden lotus çiçeği şeklinde inşa edilmiş, 2500 kişi kapasiteli, 27 mermer yapraktan oluşmakta, 9 ayrı kapısı 9 ayrı dini simgelemekte ve 9 ayrı gölet tarafından çevrelenmiş müthiş bir mimari eser. Eyfel Kulesi ve Taç Mahal’den sonra 70 milyon ziyaretçi ile dünyanın en çok ziyaret edilen üçüncü mimari eseri.
Fotoğraf 26: Qutub Minar
Qutub Minar (Quwwat-ul Islam Mesjid’in minaresi) 1192 yılında yapılmış ve 72,50 metre boyunda, 378 basamak var. Kırmızı kum taşı ve beyaz mermerden yapılmış bir Hint-İslam eseri.
Fotoğraf 27: Hümayun Türbesi
Hümayun Türbesi, ikinci Babür hanedanı Hümayun Şah’ın ölümünden 9 yıl sonra İranlı eşi Bega Begüm tarafından 1565-1572 yılları arasında yaptırılmış. Bu mimari özellik daha sonra geliştirilerek Taç Mahal’in yapımına ışık tutmuş.
Taç Mahal konusuna girmeyeceğim. Çünkü Taç Mahal’in bulunduğu Agra kenti Delhi’ye 160 kilometre uzaklıkta ve zamanımız kalmadığı için gidemedik. Ancak daha önceki gidişimde beyaz mermerden yayılan ışığın gözlerimi kamaştırması ve o ışık huzmesinin gerisinde buğudan yapılmış güzellik unutulacak gibi değil. 1858 yılında İngilizlerin Babür İmparatorluğunu yıkarak Hindistan’ı işgal etmeleri, Taç Mahal’e girerek mermerlerin üzerinde bulunan tüm mücevherleri çalarak götürmeleri de ayrıca unutulacak gibi değil.
Hindistan’a gidecekler için tavsiyeler: Racastan’a, Mumbai’ye mutlaka gidin. Agra’da Taç Mahal’i kesinlikle görün. Delhi’de Gandhi Smriti, Jantar Mantar, Purana Quila, Siri Fort’u da mutlaka görün, Eski Delhi’yi kesinlikle es geçmeyin.
Delhi’den ayrıldıktan sonraki durağımız Kazakistan’ın başkenti Astana oldu. 38 0C’da uçağa bindim ve sabah -3 0C’deki Astana’ya indim. Sanıyorum bunun ismi termal şok. Üç saat kadar havaalanında bekledikten sonra hava sıcaklığı 6 0C’ye kadar yükseldi. En ideal şehir tanıma yöntemi olarak havaalanından kalkan belediye otobüsüne binerek son durağa kadar gittim. Sonra da başka bir otobüse binerek şehir içinde dolaştım.
Yepyeni modern binalar, geniş yollar, saygılı insanlar en dikkat çekici unsurlar. Çok fazla kalabalık yok. Sakallı bir erkek yok. Başı kapalı bir kadın görmedim. Büyük alışveriş merkezleri var. Her yer tertemiz, pırıl pırıl. Yardımseverler, İstanbul’dan geldiğimi söylediğimde daha çok seviniyorlar. Açıkçası bu yakınlık beni de sevindiriyor. Eski Astana’yı görmenizi tavsiye ederim. Şehir içerisinden geçen nehir kıyıları tamamen ıslah edilmiş.
Havaalanına yakın çok modern ve büyük bir alışveriş merkezinin yanına inşaatı hala devam eden küre şeklinde bir alışveriş merkezi daha yapılıyor. Türkiye’de görmeye alıştığımız birçok yerli markaların mağazalarını burada da bulunuyor.
Soğuk hava ve zaman darlığı nedeniyle Astana’da istediğim performansı yakalayamıyorum. Ancak zihnimde görmekten memnun kaldığım bir şehir olarak hatırlayacağım Astana’yı. Diğer taraftan görüştüğüm tüm insanlar Almatı’yı da görmemi tavsiye ettiler.
Fotoğraf 28: Han Şatır Alışveriş ve Eğlence Merkezi, Türk çadırı motifine göre inşa edilmiş.
Fotoğraf 29: Astana Nur Camii, genelde cami kubbeleri Moğol miğferine benzeyen kubbe şeklinde yapılmış. Hindistan’daki camilerinde kubbeleri bu şekildeydi.
Fotoğraf 30: Mega Silk Way alışveriş merkezinden dışarı görünüm. Yeni yapılan alışveriş merkezleri.
Bazı okurlarım çok uzun yazdığımdan şikayetçi oldular. Fotoğraflar ekleyerek yazılarımı daha görsel hale getirmeye çalışıyorum. Ancak Hindistan kısa bir şekilde anlatılamaz ki, haksızlık etmiş oluruz.
Bu yazım 21.11.2017 tarihinde Deniz Ticaret Gazetesinde yayınlanmıştır.