GV. TĞM. BÜLENT ORKUNT
GV. TĞM. BÜLENT ORKUNT
2010’lu yılların başıydı yanılmıyorsam, Donanma kenti Gölcük’te sıradan, sakin, sisli puslu bir ilkbahar sabahında oltacı dükkânı bakıyorum, bazen büyük şehirlerde bulunmayan işe yarar basit bir ürün küçük yerlerde çıkabiliyor karşınıza,
TCG Dumlupınar
Ulu Önder Atatürk’ün naaşını Sarayburnu’ndan Kocaeli petrol iskelesine nakleden efsanevi drednot Yavuz Zırhlısı’nın pirinç pervanesinin sokak başını tuttuğu anayoldan sahile kadar uzanan Donanma Caddesi’nde sağa sola bakarak yürürken üç beş dükkândan ibaret küçük bir pasajın caddeye bakan köşesinde kendi halinde bir fotoğrafçı dükkanının vitrinindeki büyütülmüş vesikalık fotoğraf dikkatimi çekti,
Denizci üniformalı genç bir bahriye subayının görselleştirildiği, sararmamış lakin solgun, o günün imkanlarıyla olsa gerek, ince bir rötuş görmüş, oymalı ağaç kalın çerçeve içinde, epeyce eski görünmesine rağmen iyi korunmuş, 1953 tarihli fotoğrafa takıldım kaldım,
Merak işte! Şeytan dürttü derler ya, sormakla sormamak arasında gidip gelirken, karşılaşabileceğim olası bir tepkiyi de peşinen kabullenerek kararttım gözümü daldım dükkândan içeri,
70-80 yaş aralığında tahmin ettiğim bir amca gazetesini okuyor, görmüş geçirmiş bir ihtiyar gibi geldi bana, rahatladım biraz, yanılmamışım buyur etti, amca dedim, eğer mümkünse bir şey öğrenmek istiyorum, vitrinde bir fotoğraf gördüm, kimdir fotoğraftaki bahriyeli? Tanıdık mı? Bir yakınınız mı? Var mı bir hatırası?
Gazetesini katladı, kenara koydu, hafifçe tebessüm ederek şaşkın bir edayla başını kaldırdı, kalın çerçeveli gözlüklerinin üzerinden bakarken gözlerinin nemlendiğini hissetmedim desem yalan olur, pişman oldum sorduğuma ama yapacak bir şey yok, çıktı ağızdan, sormuş bulundum bir kere,
Niye merak ettin? dedi, merak işte amca dedim, anlam veremediğim bir güç çekti beni, istemiyorsan seni üzecekse anlatma dedim, otur dedi, bir tabure uzattı, vaktin varsa anlatayım, anlatayım da hayretler içinde bıraktın beni be evlat, bu fotoğraf neredeyse benimle yaşıt ve bugüne kadar da senden başka hiç kimse merak edip sormadı hikayesini,
Diyafondan çay ocağına seslendi ” Oğlum bize iki çay gönder ” benimki mümkünse ıhlamur olsun amca dedim, derin bir iç çekişten sonra başladı anlatmaya biraz da titrek ses tonuyla,
“Atalarımız Kafkasya’dan göç etmişler buralara, Tatarköy’e yerleşmişiz, şimdiki ismi İhsaniye’dir, aslen Çerkes’iz, ben o zamanlar küçüğüm, Gölcük’teki tek fotografçı dükkanı bizimdi o tarihte, okul ziliyle beraber öğleden sonraları babama yardım ediyorum, getir götür işleri işte, dün gibi gözümün önünde, bir gün sırmaları pırıl pırıl üzerinde denizci üniformalı bir bahriye subayı geldi dükkana, fotoğraf çektirmek istediğini söyledi, heyecan içindeydi, acelesi vardı, babam “Ne bu telaş kumandan nereye yetişeceksin? diye sorduğunda, bir kaç saat içinde tatbikat için palamar çözeceğiz, yeni mezunum bu da ilk görevim acelem ondandır dedi, bir kaç poz fotoğrafını çektik, ödemesini yaptı, üç gün sonra dönüyorum, döndükten sonra alırım dedi ve çıktı gitti, bir daha hiç gelmedi. O bahriyeliyi her gün sorar dururdu babam geldi mi? diye ama ne gelen vardı ne giden, biz fotoğrafı büyütüp vitrine koyduk, belki unutmuştur dükkanın önünden geçerse hatırlar diye düşündük, hep vitrindeydi, hiç kaldırmadık,
Şehit Gv. Tğm. Bülent ORKUNT
Epeyce bir zaman geçti, günlerden bir gün dükkan kapısının önünde biri içeri eğilerek, fotoğraftaki subay aileden mi? diye sordu, değil diye yanıtladı babam, bir süre önce çektirdi, üç gün sonra gelip alacaktı hayli zaman oldu almadı, “tanıdıksa siz verir misiniz?” diyecek oldu, hiç gelmeyecek cevabını alınca kısa bir şaşkınlık yaşadık babamla, göz göze geldik, akabinde aydınlığa kavuştu alınmayan fotoğrafın sırrı, işte o zaman öğrendik ki bu genç deniz subayı TCG DUMLUPINAR DENİZALTI’sında şehit olan stajyer subay Güverte Teğmen BÜLENT ORKUNT’muş, soran da sınıf arkadaşı imiş, bizim için değeri daha da arttı daha bir anlam kazandı sahibini bulmayan o fotoğraf, işte o gün bu gündür bu dükkanın esas sahibi bu solgun fotoğraftır, bizim bir parçamızdır, dükkanın koruyucu azizi gibidir, her şey değişir, o fotoğraf daima aynı yerinde durur, çok gelip gittiler fotoğraf için doğrusunu istersen, donanmaya vermek gelmedi içimizden, bir baskısını sınıf arkadaşı eliyle ailesine ulaştırdık, daha ne kadar yaşarım bu işi yaparım bilmiyorum lakin nefes aldığım sürece bu fotoğraf benim diğer yarımdır, bende derin iz bırakan çocukluğumun trajedisidir diyerek tamamladı anlatmasını,
TCG Dumlupınar’ı kurtarma çalışması krokisi
Soğumaya yüz tutmuş çayından bir yudum aldı, ayağa kalktı döndü arkasını, sol eliyle gözlüğünü kaldırdı alnına dayadı, sağ elinin tersiyle yanaklarından süzülen iki damla gözyaşını silerek sözde saklamaya çalıştı hüznünü benden ama nafile ben çoktan funda etmiştim sol yanımdaki iskele demirini,
Oysa 01 Nisan 1953 günü saatler 16:00’yı gösterdiğinde, Gölcük Ana Deniz Üs Komutanlığı’ndan Komodor Forsunu çekip avara olurken içlerinden sadece beşinin geri dönebileceğini akıllarına bile getirmemişlerdi,
” VATAN SAĞOLSUN ” diyerek metanetle kocaman yürekleriyle veda ettiler, dillerinde Ege’nin o güzel türküsüyle ” Ah bir ataş ver cigaramı yakayım “
Kaza öncesi TCG Dumlupınar denizaltısından TCG Sakarya denizaltısına tayin olan Torpido Kd. Kad. Ast. Bşçvş. Ahmet Hicabi YURDERİ (Oğlu Ertan Yurderi’nin blogundan alınmıştır, teşekkür ederiz)
Ebedi seyirlerinizde pruvanız nete, rotanızda selametler olsun, cennet rüzgârları kolayınıza gelsin,
VATAN SİZLERE MİNNETTARDIR!
Can Teoman
İsa Safter Gözler