EGE, MAVİ VATAN
MAVİ VATAN
Anadolu’nun Ege sahillerindeki herhangi bir noktasından iki küçük küreği olan minicik bir sandalı alın, kısa zamanda akvaryum güzelliğindeki sulardan geçerek hemen her adaya rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Aynısını Yunanistan tarafından yaparsanız kürek çekmekten mecaliniz kalmaz, yediğiniz deniz de cabası.
Ege Denizi şu günlerde 18 adamızın işgali edilmesi ile tekrar gündeme geldi.
Birleşmiş Milletler III’üncü Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) kararlarındaki karasuları meselesi Ege de Türk menfaatlerinin savunulmasına manidir(1). Çünkü bu sözleşme “kapalı ve yarı kapalı” denizlerdeki sorunlara çözüm bulmamaktadır. Halbuki Ege Denizi sadece Türkiye ve Yunanistan için değil uluslararası suları kapsamında Karadeniz’de kıyısı bulunan tüm devletler için de önemli.
Türkiye Cumhuriyeti “ EGE’de, Yunan karasularının 12 mile çıkmasının Türkiye tarafından savaş nedeni, diplomasi diline göre casus belli, sayılacağını(2) “ çeşitli platformlarda dile getirdi. “Casus belli” tahakkümü altına girmek istemeyen Yunan siyaseti yüzyıllardır uyguladığı klasik yöntemi tekrar devreye sokarak sessiz ve derinden küçük adalarımıza bayrağını dikiyor ve işi oldu-bittiye getirmeye çalışıyor.
Bu yazımda bizim işimiz stratejik, jeopolitik ve politik yorumlamalar değil Ege’nin uygarlıklar açısından ne derece önemli olduğunun irdelenmesi. Şimdi geçmişte Ege’de neler olmuş birkaç başlıkla kısaca inceleyelim.
ANADOLU, HARMONİ
Anadolu; üzerinde yerleşik olanlar da dahil olmak üzere, MÖ. 3000 yılından itibaren Asya, Avrupa ve Afrika arasında bir köprü görevini üstlenerek üç-beşi hariç dünyada hemen hemen ne kadar soy sop varsa tümünün kanlarının kaynayıp karıştığı kocaman bir kazan. Pişirilen ürün ise harmonik bir ürün. Hala kaynayan kazana son girenler ise sayısı 3,5 milyona yaklaşan Suriyeli göçmenler.
Anadolu’da başlıca üç giriş-çıkış yolu var. Birinci yol doğudan Kafkaslar-Ağrı-Güney Hazar yolu (Hititler, Selçuklular bu yolu kullanmışlar), ikinci yol güneyden Toroslar’ın üstünden Gülek Boğazı (Asurlular, Araplar bu yolu kullanmışlar), üçüncü yol kuzeybatı üstünden Trakya’yı Anadolu’ya bağlayan İstanbul ve Çanakkale Boğazları. Birinci ve ikinci yol çoğunlukla giriş yolu, üçüncü yol ise genelde çıkış yolu olarak kullanılmış (Pers İmparatoru Kserkses, Büyük İskender, Orhan Bey, Fatih Sultan Mehmet bu yolu kullanmışlar). Osmanlı Türkleri birinci yoldan girip üçüncü yoldan çıkış yapmışlar.
DENİZ KAPISI ARŞİPEL
Ancak dördüncü bir yol daha var, bu yol genel batı üzerinden Batı Anadolu ve Ege yoludur. Ticaret amaçlı ve kısa süreli işgal amaçlı olanlar hariç bu yoldan hemen hemen hiç giriş yapılmamış hep çıkış yapılmış. Ancak sürekli-yerleşik kalmaya yönelik zorla giriş teşebbüsleri de yapılmamış değil. Tarihte bilinen şekliyle, üç kez karşı sahillerden ittifaken giriş yapılmaya çalışılmış (M.Ö. 1184 Truva Savaşı, 1915 Çanakkale Deniz Muharebeleri ve 15 Mayıs 1919 Yunan’ın İzmir istilası), ancak her üç girişim de hüsranla sonuçlanmış.
Sakız adasında yaşamış olan Egeli (İyonyalı) ozan Homeros’un İlyada ve Odiseus isimli epik şiirine göre Truva savaşındaki kötü adamlar; Aşil, Agamemnon, Menelaos ve Odiseus tarımsal ve doğal kaynaklarını hızla tükettikleri 1.Helen topraklarını(3) bırakıp Anadolu topraklarına göz dikmişler, “nasıl ederiz de Çanakkale Boğazını geçeriz, sonra Marmara ve Karadeniz’deki bereketi Helen topraklarına aktarırız?” diye günler boyu düşünmüşlerdi (bu felsefe gelecekte Venedik devletinin de politikası haline gelecek ve Karadeniz kıyılarında birçok koloni kurulmasına neden olacaktır).
TRUVA SAVAŞININ NEDENİ
Aslında o sıralarda, gelecekte Avrupa topraklarında yaşayacak devletler tarafından demokrasinin beşiği şeklinde adlandırılacak 1.Helen topraklarındaki Atina ve Sparta devletleri birbirlerini boğazlamakla meşguldü. Birbirleriyle savaşıyorlardı ancak diğer yandan da kuzeyden ve doğudan üzerlerine yapılacak topyekün saldırıyı defetmek için aralarında bir antlaşma yapmışlardı. Fırsat kolluyorlardı, bu antlaşmayı önlerinde engel olarak gördükleri Truva’yı yıkmak için kullanma zamanı yaklaşıyordu. Hem birbirleriyle savaşıyorlar hem de gösterişte birleşiyorlardı.
“Truvalılar nasıl olur da boğazın girişinde bizim gemilerimize parayla su ve yiyecek verirler, sonra da boğazdan geçiş vergisi alırlar?”, bütün dertleri bu idi. Truva kralı Priamos’un Hektor’dan sonraki oğlu Paris Sparta Kralı Menelaos’un güzeller güzeli karısı Helen’i Truva’ya kaçırarak bu derdin çaresini Menelaos’un ağabeyi Agamemnon’a altın tepsi içinde sunmuştu.
Tam burada uzun uzadıya Paris’in sefil geçen hayatı, mitolojik tanrıçaların kıskaçlıkları, altın elma ve Helen’in birinci seçildiği, dünyada ilk kez Anadolu’da yapılan güzellik yarışmasından bahsetmemiz gerekirdi. Ama okuyucularımdan özür dileyerek bu konuyu talep edilmesi halinde başka bir yazımda detayı ile dile getirmek isterim.
1. Helen topraklarındaki barbarlıklar, birbirleriyle bir türlü geçinemeyen gökyüzündeki tanrılara yaranmak için Anadolu’da olmayan insan kurban etme ritüelleri ve cahiliye icraatları devam ederken iyi adamlar; Truva Kralı Priamos, oğulları Hektor ve Paris ile bolluk ve bereket içindeki Truva’da sanat, güzellik, adalet, aşk gibi değerli düşünceleri ambrosia eşliğinde yorumlamaktaydılar.
Truva savaşı (M.Ö. 1184 – varsayılan tarihtir) on yıldan fazla sürdü, her iki taraf da yoğun kayıplar verdiğinden yoruldular, Aşil (Akhileus) Hektor’u öldürdü, Paris Aşil’i topuğundan vurarak öldürdü (Aşil tendonu ibaresi buradan gelmektedir, Aşil’in hikayesi de ayrıca uzun bir hikayedir).
Savaşarak Truva’yı aşamayanlar, Truva Atı’nı inşa edip hile, zorbalık ve siyaset ile Truva’yı ele geçirdiler.
FATİH SULTAN MEHMET
Rivayet odur ki; Fatih Sultan Mehmet; İstanbul’u aldıktan sonra Çanakkale bölgesine gitmiş, dedesinin dedesi 1.Murat Hüdavendigar’ın yaptırdığı Behramkale’deki Camii’ni dolaşmış, cami iç duvarlarının Osmanlı mimari tarzına hiç uymayan kadırga resimleriyle dolu olduğunu görünce şaşırmış, Truva’yı gördükten sonra da “Hektor’un öcünü aldık” demiştir. Devamını konuyu dağıtmamak için bahsetmeyeceğiz!
Aradan 3100 yıl kadar bir süre geçtikten sonra ahşap armadaların yerini alan çelik armadalar Agamemnon’un Truva’ya saldırdığı nizamda Çanakkale Boğazını geçmeye çalıştı. “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü bir kez daha akıllara silinmez bir başarı kaydetti. Koskoca İngiliz ve Fransız armadalarının kıymetli gemileri yiğit Türk topçularının etkili ateşi ve dünya tarihinin akışını değiştiren Nusrat isimli Türk mayın gemisi sayesinde çaresizce akıntılı boğaz sularına bir bir gömülürken ufuktan pırıl pırıl bir “Mustafa Kemal” güneşi doğuyordu.
DOĞAN GÜNEŞ: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Savaşarak Çanakkale’yi geçemeyenler, kirli siyaset, hile ve ihanet ile sanal bir Truva Atı inşa edip, Sevr Antlaşmasını (10 Ağustos 1920) Osmanlı’ya kabul ettirerek kendilerini savaşın galibi ilan etmişlerdi. Bu sayede ellerini kollarını sallaya sallaya İstanbul’a müdahalesiz girdiler.
Ama “Geldikleri Gibi Geri Gidecekler”di.
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan havası ile şişirilmiş Yunan armadası ve askerleri Megalo Idea’larını gerçekleştirmek için 15 Mayıs 1919’da bandolar-alkışlar eşliğinde ayak bastıkları İzmir’den 3 yıl 3 ay 23 gün sonra denize atlayarak canlarını kurtarmaya çalıştılar.
Yalnız bu sefer durum biraz farklıydı. Artık düşmanın kalıntılarıyla uğraşılmak istenmiyordu. Mustafa Kemal Atatürk 1 Eylül 1922’de “ Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri ! ” emrini verdi. 9 Eylül 1922 sabahı emir kesin bir şekilde yerine getirilmiş ve topraklarımızı geri alma görevi tamamlanmıştı. Bundan sonra ne Truva Atı vardır ne de Sevr. Türk Devletinin bugünkü sınırlarını belirleyen Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923), 1 Eylül 1922’de verilen hedef emir doğrultusunda, Ege Denizini “Mavi Vatan” olarak tescillemiştir.
Teknik bilimler ve sosyal bilimler ile incelendiğinde, Ege Adaları Anadolu’nun jeolojik, kültürel ve ayrılamaz bir parçasıdır. Anadolu’dur Ege. Ege olmasa Akdeniz güdük kalır, renkleri soluk, rüzgarı güçsüz kalır.
Mustafa Kemal Atatürk bunların hepsini gayet iyi biliyordu, mükemmel Fransızcası ile Heredot ve Homeros’u en yetkili kaynaklardan okumuştu. Anadolu’nun kaderinin Ege’de yattığını, hedefin nasıl seçilmesi gerektiğini askeri ve siyasi bir deha olarak derhal tespit etmişti. Verdiği emirdeki nüans ne kadar da incedir: Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!. Ege bizimdir, Batı’ya akan kültür Anadolu’dan geçerek Ege’yi aşmış, Akdeniz’le kaynaşarak Avrupa’nın batı ucuna ulaşmıştır, durmanın hiçbir anlamı yoktur, ilerlemek, ufka yaklaşmak esastır.
EGE’NİN İNCİLERİ
Şimdi tekrar milattan öncelere dönelim. Dönemin Avrupa topraklarında yaşayan halklar henüz yerleşik düzene bile alışamamışlardı. Zaten tarımsal yeteneklerden de yoksundular. Toprakları yeterince verimli değildi. 1. Helen topraklarında yaşayanlar da birbirlerini katletmekle meşguldü. Ege Adalarında ve Batı Anadolu’da yaşayan antik halklar ise bilim, teknik ve güzel sanatlarla uğraşıyorlardı. Bakın o sırada Ege adalarında ve Batı Anadolu’da neler oluyordu.
M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde gerçekleşen güneş tutulmasını dakikasına kadar hesaplayan filozof ve astronom Milet’li Thales (M.Ö. 624-546) davet üzerine gittiği Mısır’da piramitlerin yüksekliğini elinde bulunan basit bir asa ile hemen hesaplayabiliyor, meteoroloji bilimini kullanarak ürün rekoltesi hesabı yapıyor ve ticari yatırımlarını bu hesaplara göre düzenleyip refah içerisinde yaşama yolları yaratıyordu.
M.Ö. 570-495 yılları arasında yaşayan Sisamlı Pisagor kendi adını taşıyan geometri teoremini kullanıp bilim ve inşa sektöründe dev adımlar atılmasına neden olurken bir yandan da müzik sektörü için devrim niteliğinde çalışmalar yapıyor, lirden çıkan müzik tonlarının kullanılan telin uzunluğu ile orantısını matematiksel olarak formül haline getirmeye çalışıyordu. “Lir sesi kullanarak İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e nasıl açılırsınız?” sorusunun cevabı buralarda yatmaktadır.
Atina’nın tutuculuğundan bıkıp Anadolu’ya kaçan Praksiteles bugüne kadar yeryüzünde yapılmış en güzel Afrodit heykelini Ege sahillerindeki Knidos meydanında yapıyor, çıplak kadın figürünün vücut oranlarını Ege’nin en değerli mermerlerine uyguluyordu. Binlerce yıldır üniversitelerde sanat tarihi derslerinde Praksiteles’in “Knidos Afroditi” anlatılır, öğretilir. “Heykel şimdi nerede veya heykele ne oldu?” sorusunun cevabı ayrıca uzun bir konudur, içinde bugün televizyonlarda gösterilen manken yarışmalarının ölçütlerini de kapsayan hazin bir hikayeyi de kapsar.
1.Helen topraklarında M.Ö. kurulmuş bulunan birçok devlette kadının görevi sadece çocuk doğurmaktı. Kadının hiçbir sosyal hakkı olmadığı gibi eğitim ve fikrini beyan etme hakkı da yoktu. Gulamperestlik dizginlenmek istenmiyordu. Bu esnada şimdiki adı Midilli, o zamanki adı Lesbos adasında aristokrat aileden gelen Sappho isimli bir kadın Ege’nin doludizgin rüzgarlarına karşı döneminin en güzel lirik şiirlerini yazıp okuyordu. Hatta o kadar özgürce yazıp okuyabiliyordu ki bugün bile birçok şiirinin sözleri müstehcenlik sınırını aşmaktadır. Erotizm literatürüne birçok deyim kazandıran kadın şair Sappho’nun İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bir heykelinin olduğunu biliyor muydunuz? Müzenin kurucusu Osman Hamdi bey o heykelleri getirirken acaba Sappho’nun ölüm nedenini bilseydi heykelin yüzünü hangi yöne çevirirdi?
İlkokuldan başlayarak 6-12 yaş çocuklara dünyanın yedi harikası anlatılır ve öğretilir. Ne yazıktır ki bu yedi harikanın üçünün Ege’de, diğer üçünün Akdeniz’de ve kalan bir adedinin de neden Mezopotamya’da olduğu anlatılmaz. Ege mucizeler denizidir, havası rüzgarı zihin açar. En güzel hayallere Ege’de ulaşırsın, aklını fikrini kullanırsan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”.
Ege’nin ve adalarının hakkını vermek için daha neler anlatabiliriz? Uzadıkça uzar konumuz.
Turgutreis’den baktığınızda Sporad adaları neyi çağrıştırır, Kiklad adalarına neden bu isim verilmiştir, Ege’nin süngeri neden başka hiçbir denizde bulunmaz, Ege’nin fokları ile yöre halkının bağlantısı nedir, Bahr-i Sefid nedir, güzellik tanrıçası Afrodit neden Kıbrıs’tan yola çıkıp Ege’ye gelmiştir?
Ege’de en çok denizkızı nerededir, Marsilya’nın kurucusu Foçalı denizciler neden ağlayarak verdikleri yeminden vazgeçtiler, Bodrum Kalesini en son kim, niçin bombaladı, Hamidiye zırhlımız nerede saklandı, kaçakçılar Datça yarımadasında gümrükçüleri nasıl şaşırtır, yaz tatilinde Gökova Körfezinde Kleopatra adasında denize giren Fransız bir genç kız Paris’te Champs Elysees Caddesinde arkadaşıyla yürüyüp tatilini anlatırken neden kıkırdar?
Pers kralı Kserkses (1.Serhas) Bodrum kraliçesi ve dünyanın ilk kadın amirali olan Kraliçe Artemisya’ya erkeklerin önünde ne dedi, Amazon Kraliçesi İzmir Bayraklı’da neden ağladı, yayla bombası nedir, bugüne kadar Ege’de yaşayan en büyük deniz kaplumbağası hangi müzede sergilenmektedir?
Hepsi ve daha fazlasında Ege vardır. Hiçbir deniz tarih boyunca bu kadar değerli olmamıştır. Ege’de aşk fırtınadır, en yüksek gökdelenin tepesinden aşağıya bak, daha az döner başın. Ege’den ayrıl içine hüzün çöker, hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra ağlamak istersin de otobüste ayıp olmasın diye sıcak sıcak içine akıtırsın gözyaşlarını.
Herhangi bir akşam bir Ege adasında sırtını toprağa ver, gökyüzüne bak!!! Bunu söyledim ama sonrasında olacaklardan ben sorumlu değilim.
Ege’den, Akdeniz’den daha güzel bir hedef olabilir mi? Ulaşmanın heyecanı bu kadar güçlü olabilir mi? Hani bazen kalbin güm güm çarpar da gürültüsünü dışardan duyarsın ya, işte tatile giderken son tepeyi aşıp da Arşipel’in mavisini ilk gördüğünde kalbin öyle çarpar.
Mavi Vatanımızdır Ege. Suları, adaları şehitlerimizin kanlarıyla ıslanmış toprağımızdır. Bedeli namusumuzdur.
Yeni Yılınız Kutlu Olsun,
2018 yazında tatil yaparsanız teknelerinizle sandallarınızla, gerektiğinde yüzerek Ege’deki adalarımızda biraz soluklanın, ulaştığınız menzil hedeftir, vatandaşlık görevinizdir.
- Babür Hüseyin ÖZBEK, 8 Aralık 2017, Deniz Ticaret Gazetesi, Ege’de Söz Sahibi Değiliz, Ama… başlıklı köşe yazısı
- EGE’de, Yunan karasularının 12 mile çıkmasının Türkiye tarafından savaş nedeni, diplomasi diline göre casus belli, sayılacağını ilk kez Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil açıklamıştı. 8 Haziran 1995’te, TBMM Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkarmasını önlemek için bir karar aldı. Tarihi oturumu Başkanvekili Kamer Genç yönetti. Genç, TBMM’deki siyasi partilerin grup başkanvekillerinin ortak hazırladığı bildiriyi okuyunca, Meclis’te alkış koptu ve oylama bile yapılmadan karar kabul edilmiş oldu. Kararda, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkartması halinde, Ege’nin yüzde 72’sinin Yunan karasuyu olacağı, bunun Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğu bildirildi ve hükümete askeri tedbir alma dahil, her türlü yetki verildi. Karar oylanmamış olsa bile Türkiye’nin Ege politikasının temelini oluşturdu. Hatta Yunan hükümetleri, yıllarca hem ikili görüşmelerde, hem de AB platformlarında bu kararın iptal edilmesini istedi.1997’de ilk yumuşamayı, Süleyman Demirel ile Kostas Simitis, Madrid’de bir bildiri yayınlayarak yaptılar. Bildiride, Yunanistan Ege’de Türkiye’nin hayati çıkarları olduğunu, Türkiye ise sorunların kuvvet kullanımıyla çözülmeyeceğini kabul etti. Nur BATUR, 8 Nisan 2005, Hürriyet Gazetesi, Gündem Haberleri
- Avrupalılar bugünkü Yunanistan topraklarında yaşayan Yunan’ları Helen uygarlığının mirasçısı addetmektedirler. M.Ö. kurulan Helen uygarlığı aslında 1.Helen uygarlığı olarak adlandırılmalı, şehir devleti cumhuriyet yönetimleri bu açıdan incelenmelidir. M.S. 375 yılında Büyük Hun İmparatorluğu’nun çökmesi ile batıya doğru başlayan kavimler göçü esnasında kuzey Avrupa’dan baskı yapan Got’lar yüzünden Ostrogotlar ve Vizigotlar güneye yönelmiş ve Teselya’ya doğru ilerlemişlerdi. Tamamen barbar olan bu kavimler güneye indikçe uygarlık, kültür ve sanat adına üretilmiş ne varsa önlerine gelen her şeyi yok ederken gördüklerinden etkilenmişlerdi. Etkileşim bir süre sonra kurulacak şehir devletlerinin yapısında temel taşı olarak kabul edilecekti. Dolayısıyla Ostrogotlar ve Vizigotlar tarafından eski Helen toprakları üzerinde kurulan devletler 2.Helen devletleri olarak düşünülmeli ve incelenmelidir.
Bu yazım 24.12.2017 tarihinde Deniz Ticaret Gazetesinde yayınlanmıştır.