ŞEHİT DZ. KD. ÜTĞM. ARİF EKMEKÇİ
ŞEHİT DZ. KD. ÜTĞM. ARİF EKMEKÇİ
Sınıf arkadaşım, çocukluk arkadaşım Arif ile 1978 yılında henüz 13-14 yaşlarında beraber başladığımız Bahriye serüvenimize ben zamanı gelince son verdim, ama onun serüveni hiç bitmedi ve adı ölümsüzleşti.
Sevgili Arif 1993 yılında Karadeniz’de yapılan Denizkurdu Tatbikatında görevini icra ederken şehit oldu. Ancak kaderin cilvesine bakın ki Arif’in çok sevdiği o masmavi deniz şehidimizi 15 yıl kollarıyla sarıp ona bir süreliğine “gaiplik” ünvanı verdi, sonra üzülenleri daha fazla bekletmeyip “Şehitliğini” tescil etti.
Burada size Şehit Dz. Kd. Ütğm Arif EKMEKÇİ’den bahsedeceğim.
Annesi Kadun EKMEKÇİ Arif’in bebekliğini anlatırken “çok sakindi” dedi. Beşiğinde sessizce durur, sakin sakin etrafına bakarmış. Büyümeye başlayınca sineklerin ayaklarına paket rafyalarından çıkardığı incecik parçaları bağlarmış, sonra onları uçurup havada yakalayacak kadar yaramaz olmuş. Çocuklarla oynarken lider olmayı çok severmiş.
Terörün kol gezdiği yıllarda ailelerin çocukları için en güvenli liman gördükleri Deniz Lisesi’ne girdiği 1978 yılından dört yıl sonra mezun olurken sınıf arkadaşlarının hazırladığı yıllıkta bakın kendisi hakkında bir başka arkadaşı tarafından neler yazılmış. “ Bülbülün çektiği dili yüzünden derler. Arif’le bülbülün derdi aynıdır. Konuşkan bir yapıya sahiptir. Olması gerektiğinden fazla doğrudur, lafını hiç bir zaman sakınmaz, herkesin yüzüne söyler. Bu tutumu yüzünden tanımayan biri onu yadırgayabilir, ama biz alıştık.”
Sevgili Arif Giresun’luydu ve doğrucu, inatçı ancak şefkatli bir kişiliğe sahipti. Bir Karadenizlinin sahip olacağı tüm iyi niteliklere sahipti.
Babasının giydiği bembeyaz denizci üniforması onu cezbetmiş, mavi denizlere kavuşma arzusu sonunda yerine gelmişti.
Atletik vücut yapısı onu okulun güreş takımının beli bükülmez adamı yapmasına rağmen ayak yapısı futbola ve tozlu sahalara daha elverişli olduğundan güreş takımından futbol takımına transfer olmuştu.
Arif üstün performansı, kuvvetli vücut yapısına rağmen birçok ortamda kendinden beklenmeyen incelikte davranışlar sergilerdi.
Bu yazımda size onun sınıf arkadaşlarının anlattıklarını yine aynı ağızdan yazacağım.
“ – Harbiye 4`teyiz. Uzun uzun taburlarda beklediğimiz günlerden bir öğle sonrasıydı. Herkes birbirine espriler yapıyor, sataşıyor, sohbet ediyor, takılıyor, Bölük Komutanının gelmesini bekliyordu. Ben de herkes gibi etrafa takılıyordum, rahmetli Arif bana döndü, beni kızdırmaya çalıştı. Ben o zamanlar pek altta kalmayı kabul etmez, bu nedenle benden daha güçlü olanlara dahi cevap vermekte tereddüt etmezdim. Rahmetliyi susturacak kelimeyi biliyordum “lastik gibi uzattın Arif, uzatma Arif artık” dedim. Arif lastik lafına çok bozulurdu. Diklendi, bende aynı şekilde karşılık verdim, ancak taburda herkesin ortasında kavga etmenin uygun olmayacağını, ceza almamıza neden olabileceğini düşünmüş olacak, “erkeksen yatakhaneye gel” dedi. “Senden mi korkacağım, hadi” dedim. İkimiz usulca samimi arkadaş modunda yatakhanenin yolunu tuttuk. Yatakhaneler 4 kişilik odalardan oluşuyor yatak aralarındaki tahta perdeler bulunuyordu. Beraberce bir oda seçtik, en ufak bir hakaret veya kötü söz içermeyen mini bir ağız dalaşı, ki bu hiç sinir bozucu değildi, sonrasında yumruklarımı sıkarak savurmaya hazırlandım. O kadar çok konuşmasına karşın Arif’in ağzında hakaret, aşağılama gibi laflar hiç olmazdı. Arif benden daha iri ve güçlüydü, bu karşılaşmanın doğal sonucu olarak benim için dayak yemek kaçınılmazdı, o da bunun farkındaydı, “gel yumruklaşmadan güreşelim, öyle son verelim bu işe” dedi. İçimden Arif’in yufka yürekliliğine ve samimiyetine bir kez daha şaşırmış olarak, huzur içinde “evet güreşelim bu daha iyi olur” dedim. Güreşe başladık ama daha ilk savrulmada tahta perdelerden birini duvarla olan bağlantılarından koparıp devirdik. Hemen güreşi bıraktık, “başımız belaya girecek gel yardım et şunu yerine yerleştirelim hemen çıkalım buradan” dedi. Tahta perdeyi derme çatma bir şekilde eski pozisyonuna getirdik, hiçbir şey olmamış gibi kimseye fark ettirmeden tabura geri döndük. Bu olay benimle Arif arasında hoş bir anı olarak kapandı gitti. Bu kavga sayesinde Arif’in bilmediğim bir yönünü daha öğrenmiş olmaktan çok mutlu oldum. Arif çok konuşkandı, güler yüzlüydü, temiz ve yufka yürekliydi, yardımseverdi. Samimiyeti ve esprileri ile kendini belli ederdi. Arif’in doğallığı, dürüstlüğü ve Karadeniz içtenliğiyle sınıfın genel atmosferine kalite kattığını şimdi daha iyi anlıyor ve rahmetle anıyorum, yufka yürekli kırmızı yanaklı güzel gülüşlü arkadaşımı.”
“ – Arif’in babası Haydarpaşa limanında kaptandı. Kendisine ait de bir odası varmış. O zamanlar Ankara’dan İstanbul’a trenle geliyorduk, resmi elbiselerimizle 10-12 saat seyahat etmek çok zordu. Sivil elbiseler ile geliyorduk. Ama akşam okula gitmek için resmi elbiselerimizi giymek zorundaydık. Peki sivil elbiselerimizi nereye koyacaktık? Bizim bu halimiz Arif’in dikkatini çekmiş. “Babamın ofisine koysanıza” dedi. Önce utandık, sıkıldık ama sonra alıştık. Artık neredeyse kendi yerimiz gibi girip çıkıp üzerimizi değiştiriyorduk. Orada çalışanlar da bizi tanımışlardı.”
Arif subay çıktıktan sonra helikopter pilotluğu seçmelerini beklemişti. Bu bekleyiş öncesinde yeni bir görev yeri kendisini bekliyordu TCG AB-35 Başçarkcılığı (1988). Gemi II. Komutanı da sınıf arkadaşı, aynı gemide II.Komutan ve B.Ç. olarak yan yana çalışmak, komutan dahil toplam 3 subay kadrosu olan bir gemi için muhteşem keyifli bir şeydi onun için.
“ – Göreve başladığı günden ayrılışına kadar birlikte müthiş bir uyumla ve keyifle çalıştık. Her zaman neşeli, hoş sohbetti. Yüzünün gülmediği gün azdı.
Uzun Çanakkale rotasyonlarında, bazen rıhtımın yanındaki sahile küçük bir sehpa ve gemiden iki seyyar iskemle koyar, bir yandan balık tutar bir yandan sohbet ederdik. Gecenin ilerleyen saatlerinde serinlikte üşür, omuzlarımıza aldığımız gocuklarla sohbete devam ederdik. İki kişi her akşam durmadan ne konuşur? Ama Arif’le sohbet hiç bitmezdi, üstelik de hep keyifli olurdu. Çoğu zaman da zamanın nasıl geçtiğini anlamaz tan ağarırken kamaraya uyumaya giderdik.
İşte böyle gecelerden birinde açmıştı ilk defa sevdasını. Derdi büyüktü, açmazdaydı. Çok seviyordu, ama gel gör ki felek O’na öyle bir oyun oynamıştı ki içinden çıkamıyordu. En sevdiği sınıf arkadaşının kız kardeşine abayı yakmıştı. Evlerine girip çıkıyor, bazen evlerinde bile kalıyordu. Hatta O’nu daha çok görmek için daha çok gidiyordu o eve. Ev halkı da O’nu kendi evlatları gibi seviyordu. Nasıl yapacaktı, nasıl açılacaktı? Ya reddederse, ya ailesi evimizi açtık, soframıza aldık meğer sen neymişsin(!) derlerse ne olacaktı? Peki ya o en yakın arkadaşına durumu nasıl anlatacaktı, açıklayacaktı? O uzun Çanakkale rotasyonunun her gecesi istisnasız bu konuyu da konuşuyor birlikte hal tarzı bulmaya çalışıyorduk. O anlar çok özeldi. Okulda öğrenciyken ilerde Arif’le böyle çok özel konuları paylaşacak kadar yakın dost olacağımızı söyleseler muhtemeldir ki inanmazdım.
Zıpkın gibi teğmendik. Ne kimseden ne de hayattan korkumuz vardı. Bir şeyimiz olmadığından kaybedecek bir şeyimiz de yoktu. Dürüst sevgisini savunmaktan korkmaması ve sonuna kadar mücadele etmesi için ihtiyaç duyduğu cesareti böyle gecelerde süren sohbetlerimizde bulduğunu sanıyorum. Sonunda sevgisi endişelerini galebe çaldı ve o rotasyon dönüşü hislerini ve düşüncelerini aileye açmaya karar verdi. En çok korktuğu en kolay olmuştu. En büyük desteği de sevdalısının ağbeyi olan sınıf arkadaşından görmüştü. Sonra önce anneye ve en son da babaya açtılar durumu. Bu aşk hikayesi de masallardaki gibi mutlu neticelenmişti, nişanlandılar ve sonra da evlendiler.
21.03.1989 tarihinde çok istediği Ankara’daki helikopter kursuna ayrılışını yaptım. Arif Ankara’da gittiği kursta da kabına sığamadı, bizim alışık olduğumuz taşkınlıkları, tanıyanlar için eğlenceli tavırları eğitim gördüğü Güvercinlik’teki karacı subayların hoşuna gitmemiş olsa gerek ki, Arif’e açıkça tavır almışlar, kurstan ayrılmasına neden olmuşlardı. Çok üzüldü. Ama kurstan ayrılmasına nişanlısı ve annesi çok sevinmişti. Düşer-müşer diye helikopter pilotu olmasından çok korkuyorlardı…
17.08.1989, Arif’in TCG GAYRET Elektrik Subaylığına atandığı bilgisini not almışım. Arif için kötü bir şaka gibiydi. Sonraki buluşmamızda SAT Kursuna tefrik edildiğini söyledi sevinçle. O zamanlar bir ihtisas kursundan ayrılanlar yeniden bir başka ihtisas kursuna gönderilmezdi. Arif’e nasıl olduğunu sordum. “Yaptık bir şeyler işte” dedi. Komando olmak ve İstanbul’da olmak. Arif için büyük mutluluktu. Son görüşmemiz cehennem haftasından çıktıktan sonra oldu. Yürüyüşü bile değişmiş gibiydi. Öyle mutlu, gururlu ve sevinçliydi ki.”
Tatbikat demek aslında bir nevi savaşmaktır. Hem de gerçek savaş senaryosuyla. Sadece karşı kuvvetler birbirlerinin üzerine gerçekten ateş etmezler. Atış eğitimleri tam kontrollü olarak yapılır, haricindeki eğitimler ise gerçekten uygulanır. 1993 yılında Karadeniz’de yapılacak Denizkurdu tatbikatında görevli personel evlerinden ayrılırken sevdiklerine sarılarak ayrılırlar. Eşler kocalarını kapıdan uğurlarken güle güle gidip, güle güle gelmelerini dilerler. Denizcilerin eşleri de tatbikatı kendi içlerinde alev alev yaşarlar. Ayrılış anında, kopma anında o gülen yüzün ardında içeride yanan kocaman bir yürek ateşi vardır. O iç acısını ancak yaşayan bilir.
“Ya dönmezse?”.
Arif bu sefer dönmedi!
15 Nisan 1993. Amasra açıklarında yapılan “denizaltı eğitimi” sırasında, hareket halindeki denizaltıdan su yüzeyine çıkmaları gerekiyordu. O soğuk ve fırtınalı, durmaksızın yağan yağmurlu gecede gerçekleştirilen tatbikatta SAT komandoları, su yüzeyine planlı zamanda çıkmak için olağanüstü mücadele verdiler. Diğer tim elemanları su yüzeyine çıkarken Arif çıkmamıştı.
Karadeniz binlerce yıldır yaptığı cilvelerden birisini daha yapmıştı. Koynuna aldığını bırakmıyordu. Tatbikata katılan gemilere gönderilen mesajlarla her geminin denizde arama yapması emredildi.
Ben de o sırada aynı tatbikattaydım. Hava durumu çok kötüydü. Arif’in kaybolma haberi geldiğinde TCG Tekirdağ gemisi ile Samsun limanında fırtınanın geçmesini bekliyorduk. Nafile aramalara biz de katıldık
Arif olayın olduğu günün sabahı yola çıkmadan Karadeniz Ereğli Orduevinin kahvaltı salonunda birçok arkadaşlarıyla şakalaşarak kahvaltı yapmış ve vedalaşma sonrasında herkes kendi görev yerine gitmişti.
“ – Kahvaltıda o kadar neşeliydi ki, gülmekten kırıldık. Her masaya sataşıyor, kahkahalar atıyor, içimizde ne kadar güzellik varsa çıkarmaya çalışıyordu. Kim derdi ki aynı gün kaybolan arkadaşımı denizlerde arayacağımı?”
“ – Ben de timimin başına geçecektim, ama o kadar neşeli bir kahvaltı yapmıştık ki yemekten ziyade gülmekten karnımızı doyurup azıcık gecikmiştik.”
“ – Amerika’dan dönerken elime bir Hürriyet gazetesi geçti. Galiba, Türkiye’den gelen bir üniversite öğrencisi beraberinde getirmişti. İç sayfalarda bir sütunun altlarında minik bir haber, resimsiz, detaysız… “SAT Komando Üsteğmen Arif Ekmekçi Karadeniz’de yapılan bir tatbikatta kayboldu!”. Haberi belki 15 defa okudum.”
“ – Sahil Güvenlik Komutanlığından ve Deniz Kuvvetlerinden bildirilmesi üzerine bölgedeki tüm balıkçılar kaybolan Üsteğmenimizi aramaya başladık. Ama çabalarımız boşa gitmişti. Hiç bir şey bulamadık.”
“ – Yasal bekleme süresi tamamlandığında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda Dz. Kd. Ütğm Arif Ekmekçi için tören yapıldı. Konuşmalar, gurur, övgü ve kahramanlık dolu sözler. Hiçbiri eşinin feryatlarını bastıramadı. Kardeşini teselli etme görevi de abisi Hakan’a düştü. Ağbi, ağbi diye Hakan’a umutsuzca sarılan acı içindeki o genç kızın görüntüsü bir daha hiç aklımdan çıkmadı. Tören sonuna kadar metanetini korumaya çalışan Hakan’a sarıldığımda artık onun da daha fazla dayanacak hali kalmamıştı.”
“ – Başsağlığı dilemek için Arif’in babasının yanına gittim. Oğlunun öldüğüne inanmıyordu. “Çok iyi yüzer, bu kadar iyi yüzen adam o kadarcık derinlikte kayıp mı olurmuş” diyordu. “Mutlaka bir yerlerden çıkacak görürsün” dedi. “Cesedini görene kadar kimse Arif’in öldüğüne beni inandıramaz” dedi.”
Arif’in babası Yılmaz Ekmekçi oğlunun bulunduğunu göremedi ve iki yıl sonra Hakkın Rahmetine kavuştu. Aile Arif’in döneceği yönündeki umutlarını hiç bir zaman yok etmedi ve bir gün “O GÜN” geldi.
Bu sözler yine Arif’in sınıf arkadaşlarından birisine ait :
“ – Sözlerime nasıl başlayacağımı pek bilemiyorum, yeğenimin düğünü için Amasra’daydım. Akrabalarımdan balıkçılık yapan Neşat Reis, kışın yaşadıkları bir olayı anlattı. Amasra açıklarında trol çekerken ağa bir balıkadam paleti girmiş, ağdan çıkarmışlar, kendisi de dalgıç olduğundan üzerinde numara yazılı paleti incelerken içinde kemik parçalarını fark etmiş ve paletin yıllar önce Karadeniz’de kaybolan deniz komandoya ait olabileceğini düşünmüş, (1993 de aramalar esnasında bütün trol tekneleri borda nizamı trol çekmişlerdi, o da o faaliyete katılmıştı) paleti ve kemikleri Amasra Sahil Güvenlik Komutanlığına teslim edip, savcıya ifade vermişler.”
2007 yılında balıkçı ağlarına takılan 523 numaralı paletten ayak tarak kemikleri çıkmıştı. Bu palet Arif’e aitti. Ancak yasal prosedürlerin tamamlanması için Adli Tıp’ta DNA işlemlerinin yapılması gerekiyordu. Annesinden alınan kan örneği ve rahmetli babasından alınan kemik örneklerinin 10 ay incelenmesi sonucunda kemiklerin %99,9 oranında Şehit Dz. Kd. Ütğm. Arif EKMEKÇİ’ye ait olduğu tespit edildi.
Karadeniz 15 yıl bağrında taşıdığı şehidimizi sevdiklerine iade etti. 25 Ağustos 2008 tarihinde düzenlenen askeri tören ile Selimiye Camisinde kılınan cenaze namazını müteakip şehidimiz Edirnekapı Şehitliğinde toprağa verildi.
29 yıl görev yaptığım Deniz Kuvvetlerinde her 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Deniz Şehitlerini Anma Günü olarak kutlandı. Şimdi ismini değiştirdiler. Ama ben hala her 18 Mart’ı bu isimle kutlamayı seviyorum. O günlerde denizlere bıraktığımız çelenkler her bir deniz şehidimize minnetkarlık için bırakılmıştır. 18 Mart 2021 tarihini de sevgili çocukluk arkadaşım, sınıf arkadaşım, kardeşim, dostum, Deniz Şehidimiz Şehit Dz. Kd. Ütğm Arif Ekmekçi’ye ithaf ederek bu yazıyı yazmak istedim.
Bu acaip, karmaşık dünyada onun ayrıcalıklı bir insan olarak dünyaya geldiğine inanıyorum. Herkese nasip olmayacak kadar sevilen birisiydi. Çok sevdiği Mavi Vatanımızın onu 15 yıl boyunca sımsıkı sarması bu sözlerimde bir haklılık olduğunu gösteriyor. Adı artık ölümsüzleşti ve kocaman bir lojistik destek gemisinde yaşayacak.
Ruhun Şad, Mekanın Cennet olsun Sevgili Arif’im,
Tüm Şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum,