40. YILA DAVET
40. Yıla Davet
Sevgili 9000’ler,
Sizlere yaşanmış gerçek bir hikâyeyi anlatacağım, hikâyenin kahramanlarının büyük çoğunluğu hayatta… Ebediyete intikal edenler de kalplerimizde yaşıyorlar…
Uçsuz bucaksız Karadeniz, kükremiş yine, ileride bir fırtınanın izleri, gök gürültüsü ve şimşekler, deniz dipleri kararmış, dev dalgalar fütursuzca sahili dövmede,
Her dalga çekilirken irili ufaklı taşların içerisinde akan bir cılız dere gibi suyun huzur dolu sesi, ilerilerde denize direnen yalçın kayalara tokat gibi çarpan Karadeniz…
Ufka dalıp gitmişim ve radyoda Şehrazat’ın SU GİBİ AKTI YILLAR şiiri, Sezen Aksu yorumuyla;
SU GİBİ AKTI YILLAR
Bir ömrün hikâyesi,
Sığar mı bilmem satırlara,
Yaz desem anılara,
…
Sırlarımı ele verir mi?
Gül gibi hatıralar,
Tül gibi beni sarar,
Daha dün yaşananlar,
Hem yakın hem uzaktalar…
…
Su gibi aktı yıllar,
Deryada bir damla kadar,
Yaşadım şahidimsiniz,
Yıllar sizden kim korkar…
ŞEHRAZAT
Tarih: 16 Ağustos 1978, Çarşamba, İSTANBUL…
Bundan tam 40 sene önce sıcak bir Ağustos günü Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nin orta bahçesinde ilk taburlarına geçen 14–15 yaşlarında ülkenin çeşitli yörelerinden gelen 140 pırıl pırıl genç insan…
Bazılarının aileleri orada bazılarının memleketlerinde…
Dönemde öyle bir dönem ki;
Bankaların önlerinde kasaturaları takılı, G–3 piyade tüfekli komandoların nöbet tuttuğu, geceleri patlamaların ve siren seslerinin sessizliği bozduğu, sağ-sol çatışmalarının vakay-ı adiyeden olduğu, kahvehanelerin tarandığı, bankalarda “işçi dövizi alınır” tabelalarının bulunduğu, birahanelerin dolup taştığı, video cihazı ile tanıştığımız, Almanca’ya aşina olduğumuz, Platin’de bilardo oynadığımız, devamlı matineli sinemaların müdavimi olduğumuz, şehirlerarası otobüslerin Topkapı’dan kalktığı, hamburgerin henüz keşfedilmediği, alış-veriş plazalarının olmadığı yıllar… Kısacası ortalığın hem toz duman hem tozpembe ve İstanbul’un daha yeşil, daha medeni olduğu yıllar…
O Ağustos günü, Şehir hatlarının emektarı “M/V Paşabahçe”, bembeyaz ada vapuru, yaşlı Galata Köprüsünden kalktığında, Kasımpaşa Dikimevinden alınan harici kıyafetler ellerinde, vapurun armuz kaplama güvertesinde bekleyen gençler…
Adalar’a doğru ilerlerken pırıl pırıl bir gökyüzü ve güneşin yansımalarının Tanrı Poseidon’un ülkesindeki büyülü ahengi…
Kadıköy, Kınalı Ada derken, Burgaz Ada…
Burgaz Ada’dan kalktığımızda iskele tarafta bıraktığımız Kaşık Adası ve sancak tarafa baktığımızda yemyeşil çam ağaçlarının zümrüt okyanusunun ortasında bütün ihtişamıyla yıllara meydan okumuş bembeyaz bir tarihi bina…
Hayatımızın çocukluk döneminin son dönemecindeki yıllarımızı yaşayacağımız taş mektep…
Vapur ilerleyip de Heybeliada İskelesine yanaştığında, biraz ürkek, biraz çekingen baktığımız, gençliğimizin ilk yıllarını geçirip olgunlaşacağımız Mekteb-i Bahriye-i Şahane…
Heybeli’nin en yeni sakinleri olarak iskeleden okula doğru yürürken belki de en az konuştuğumuz taburda, “bakkaldan sigara da almadan yürüyerek” Deniz Lisesinin Lumbarağzına “A Kapı”ya ulaştık…
Bir parça “bol” gelen ilk eğitim kıyafetlerimiz ile terk-i dünyada askerlik talimlerimiz…
Şevket Yüzbaşının anıları…
Ve bir İstanbul beyefendisi, gerçek bahriye zabiti Cahit Yüzbaşı ile karşılaşmamız…
İsmini hatırlayamadığım bir asteğmen ile sabaha kadar teneffüshanede Deniz Lisesi Marşı’nı öğrenmemiz…
Spor branşı seçmeleri, “Taş kafa” Metin’le tanışma…
Hayatın başka bir tadını da tatmış olduk…
Camlı Köşk, Sarı Kız, davulu, zili, solo trampeti ile kabakulak salgını, harici hastanesi, Tufan-Neşe Sert çifti, Sarraf’ı, Baba Sarım’ı, Boksör’ü, Ruh’u, Rıfat’ı, Hamşo’su, Ayı’sı, Astronot’u, Rafet Altan’ı ve yıllar sonrada karşılaştığımızda bizleri okul numaraları ile hatırlayan rahmetli fizikçi Deniz hocası ile geçen yıllar…
Revirde aşı günleri, “Operation Mastermind”, Terk-i Dünya’da Kuzu Günleri, çarşambaları piyadecilik eğitimleri, Tuzla kampı, futbol turnuvası, beyaz kuğu Savarona, Tekirdağ ve rakı-şarap…
Spor salonunda, hatta barakada bile yatışımız…
Serdar Öztürk ile klasik müzik serüvenimiz, bilmem hatırlayabildiniz mi?
Peki, Yat Taburları;
“Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” diye başlayan Vatan Marşı,
“Cenk sanatımız, su meşhedimiz, ihyayı vatan hep maksadımız” diyen Cenk Sanatımız Marşı,
Ve unutulmaz gemicilik opereti:
“Ey dalgalar, ey dalgalar, sizler birçok gemicinin hayatına kastettiniz” sözleri ile başlayıp “gemimiz limana avdette, kalplere neşeler doluyor; çekilen meşakkatler, zahmetler hepsi birden unutuluyor, biz iftihar ederiz ki ismimiz şen bahriyeliler”… diye nihayete eren…
Tabi ki Deniz Lisesi ve Deniz Harp okulu marşları, “Şahlan artık ey deniz şanlı dostlar geliyor, ummanlara hükmeden Barbaroslar geliyor”…
“Kel” lakabı ile Yaşar Amiral’i’’ de unutmamak lazım…
Sivil liseden gelen yeni arkadaşlarla altı haftalık intibak eğitimi ve yemin töreni ile daha da büyüyen 9000ler…
Rahmetli Yıldır’ın “davunkamer borularını”, Ali Cirit’in unutamadığımız makina derslerini, Ülküatam’ın İngilizce gayretlerini, Necdet Yiş’in “bizi adam etme” çabalarını, Suat Elmacı’nın vurdumduymazlığını, Rüştü ve Bülent ikilisini, gözüm piyadeyi hatırlamazsak inanın çok ama çok ayıp olur…
Bu arada Rahmetli Bahir Sarı’yı, Rahmetli Deve Haldun’u, Togo’yu, Rahmetli Orhan Aldıkaçtı’yı ve Kod Kafa’yı da es geçemezsin ya!
Burada isimlerini tek tek sayamadığım, bizlerin üzerinde emeği olan o güzel insanları, değerli büyüklerimizi şükranla anar, ebediyete intikal edenlerin hatırası önünde saygıyla eğilirim…
Ve yaşadıklarımızı düşündüğümde, bazılarımızın terastaki şarap partilerini, finalleri, spor haftalarını, Perşembe ve Cuma sinemalarını, Kızıl ordu Konserini, Mazhar Fuat Özkan’ı, Sokullu Mehmet Paşa ile Cezayir, İtalya gezisini…
ATAK ve LS Bot’ları… Yatları, 470 ve piratı, Body Kazım ve vücut tapınağını unutabilir miyiz? Ve Libyalılar, imkân olsa onları da çağırırdık…
Ne çok şey yaşamışız… Kısacası, su gibi akmış yıllar…
Netice itibarıyla, şairin de dediği gibi:
“Geçmiş Zaman Olur Ki, Hayali Cihan Değer” … Gerçekten değer…
Sevgili Dostlarım,
İşte 40. Yıl bu…
Su gibi akıp giden yılların ardında, 40. yılın müstesna olduğunu mütalaa ediyorum.
Okul bizler için taş bir binadan ibaret değil! Koridorlarda veya bahçelerde dolaşırken bir parça burukluk, bir parça sevinç, bir parça hüzün hissedeceksin ve ben, senin ne hissettiğini, sen de benim ne hissettiğimi anlayacaksın…
Hafta sonu izinsiz kalmanın ne demek olduğunu veya tel örgülerden atlayıp adada dolaşmanın veya gizli gizli sigara içmenin, şeytan kayasında gizlice denize girmenin ne demek olduğunu yalnızca arkadaşlarımızla paylaşabiliriz…
Cahit Yzb., Taş Kafa Metin, Leyla, Kahveci, Kod Kafa, Togo, Jüjü, Rüştü ve Bülent ikilisi sana bir şeyler ifade etmeli…
Veya teneffüste bisküvi dağıtılması, ya da bir bardak çayın değeri, erken vapurla veya cumadan izine çıkmak, geç vapurla dönmek, mendil tarak muayenesi, sigaradan yakalanıp üç numara olmak…
Donanma’ya yıllarca coşkuyla katkı sağladılar, bazılarımız kurmay oldu, bazılarımız mühendis, bazılarımız sınıf subayı, bazılarımız ikmal subayı hatta hakim bile olanımız vardı ki bizim için her daim gurur kaynağı oldu. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları takip etti, bazılarımız liseden, bazılarımız harp okulundan ayrıldılar, bazılarımız 30 Ağustos 1986’da Donanma’ya katıldılar…
Hepsi ama hepsi, acısıyla tatlısıyla o günleri, o sonsuz dostlukları hep yaşadı, hep yaşattı…
Sivil hayata erken geçmeyi tercih eden dostlarımız hiçbir zaman Bahriye’den kopmadılar, mezun olanlar…
Ve şimdi emekli olanlar…
Ve bir gün geldi; hatırlamalıyız ve unutmamalıyız; ufukta beliren karabulutlar göğü kapladı, bir anda korkunç bir fırtına çıktı, dalgalar coştu, deniz köpürdü, ummanlara hükmeden, ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz diyen Barbaroslar’ı bir tarafa savurdu… Ne olmuştu, ne değişmişti, neler olmaktaydı, bizim dışımızda?
2010 yılında çoğumuzun anlayamadığı, anlamakta güçlük çektiği davalar…
Şehitlerimizi, acımızı içimize gömerek toprağa vermiştik ama can kardeşlerimizi Silivri’de, Hasdal’da, Maltepe’de, Hadımköy’de, Mamak’ta soğuk betona gömmüşlerdi…
Bizler Sessiz Çığlık nöbetlerinde, Vardiya Bizde Platformundaydık…
Ve acı günler sona erdi…
40. Yılımızda, 22 Eylül 2018 tarihinde ben Heybeliada’dayım. Ya sen?
Buluşmak üzere…
Sevgilerimle,
Akın BOZKURT