YOL HİKAYELERİ
Zaman zaman gittiğimiz, gezdiğimiz yerler hakkında bilgi vermek okuyucularımız için bir yol haritası oluşturacak, keşfedilmemiş yerler hakkında vereceğimiz bilgiler ise herkes için kısa ve küçük bir kaynak teşkil edecek.
Özellikle arkeolojik ve tarihi mekanları dolaşırken gördüğümüz yabancı turist profilinde klasik olarak bir sırt çantası, bir küçük şişe su, bir fotoğraf makinası ve ellerinde mutlaka bir gezi rehberi görüyoruz. Yurtdışına gittiğimizde veya internet sitelerinde gideceğimiz yer hakkında araştırma yaptığımızda o ülkeye, bölgeye gitmiş olanların gezdikleri, gördükleri yerler hakkında bilgi verdiklerini ve daha da ileri giderek bilgileri bir kitap haline getirdiklerini kendimize ve çevremize defalarca söylemişizdir. Şimdi sevinerek söylemek isterim ki bizim vatandaşlarımız da ülkemizde ve dünyada birçok bilinmeyen yerlere gidiyorlar, gördüklerini, yaşadıklarını yazıyorlar, paylaşıyorlar.
Bizim açımızdan bakıldığında ise aktardığımız bilgilerin okuyucularımıza faydası olduğunu görmek zaten yeterince doyurucu oluyor. Tabii ki ilgi alanımız denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz ve baraj göllerimiz. Sonuçta değişik atmosferik olaylar neticesinde hepsi birbirlerine karışıyorlar. Diğer taraftan bu güzelliklere ulaşırken arada birtakım doğal ve tarihi güzellikler ile de karşılaşma durumumuz oluyor, onları da yazmadan geçmek okurlarımıza haksızlık etmekle eşdeğer olacaktır.
3-6 Mayıs 2017 tarihleri arasında bir iş için İstanbul’dan hareketle Kütahya, İzmir, Aydın illerimize gitmem gerekiyordu. Hava şartlarının da çok uygun olması nedeniyle araba ile gitmeye karar verdim. Mayıs ayı başı olması nedeniyle her yer yemyeşil. Henüz ağaçlar meyve vermemiş. Yol kenarlarında bulunan yerel köylü tezgahları bomboş.
Tuzla’dan hareketle TEM Otoyolu üzerinden Sapanca’ya kadar devam ederek Antalya yoluna saptım. Sakarya nehri ile oynaşarak Pamukova, Bilecik ve Bozüyük’ü geçtikten sonra Kütahya-Antalya yoluna sapıyoruz. İlk durağımız 286. kilometrede dünyaca ünlü seramikçimizin kalan eserlerinin yer aldığı Sıtkı Olçar Çini Müzesi. Burayı mutlaka görmenizi tavsiye ediyorum. Sıtkı Usta 2008 yılında UNESCO tarafından Yaşayan İnsan Hazinesi ödülünü almıştır. Dünyanın birçok ülkesinde sergiler açmıştır. Müzeyi gezince eserlerindeki renklerin, tarzın farkını hissedeceksiniz. Yaptığı balıklar çok dikkat çekicidir. Hatta basında “villa fiyatına balık” şeklinde birçok haber de çıkmıştır.
Fotoğraf 1: Sıtkı Usta (OLÇAR)
Sıtkı Usta’nın ekolünü vefatından sonra (15 Kasım 2010) kızı Nida OLÇAR yürütmektedir.
Porsuk Barajı gölü kenarında bulunan müzeden ayrıldıktan sonra Kütahya yönüne doğru devam ediyoruz. Sol tarafımızda kalan Porsuk Baraj gölü yeterince yüksek seviyede ve bu mevsimde bu kadar dolu olmasını normal olarak değerlendiriyoruz. Barajın Kütahya tarafındaki son kısımlarında derinlik az olduğundan yükselen sıcaklıklarla beraber göl üzeri yeşillenmeye başlıyor. Ancak şimdi bunu görebilmek mümkün değil. Baraj gölünün bitimine yakın sol tarafta bir köprü göreceksiniz. Biraz sonra sol tarafa doğru giriş işareti veren bir ören teri tabelası var, “Frig Vadisi”.
Kendinize iki saat ayırın ve bu işaret tabelasından sola doğru 90 derecelik dönüşünüzü yapın. Biraz sonra karşılaşacaklarınız siz şaşırtacak. İstanbul’a bu kadar yakın değişik bir topoğrafya. Kendinizi “Göreme’ye geldim” sanacaksınız.
Frig Vadisi resmi internet sitesinde Frig Yolu şu şekilde tanıtılıyor: Ülkemizdeki tematik yolllardan biri olan Frig Yolu, yaklaşık 3000 yıl önce, günümüzde Ankara, Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya il sınırlarının kapsadığı bölgede parlak bir medeniyet kurmuş olan Frigler’in izlerini sürer. Frig Yolu gönüllü bir ekip tarafından 5 yıllık bir çalışmanın ardından bölgede var olan patika, antik ve orman içi yolların birleştirilmesiyle 2013 yılında hayata geçirilmiştir. Friglerin izlerini, günümüz gezginlerinin sürmesi için oluşturulmuş uluslararası standartlarda uzun yürüyüş ve bisiklet yoludur. Üç ana rotadan oluşan yolun toplam uzunluğu 506 kilometredir. Yolun takibini kolaylaştırmak için rotanın tamamı kırmızı-beyaz renklerle işaretlenmiştir (1).
Harita 1: Frig Yolu
Frig yolu üzerinde birkaç noktada özel olarak dizayn edilmiş Frig Evleri bulunuyor. Rota 1 ve Rota 2’yi takip edenler için: Demirli Frig Evi, Sarıcaova Frig Evi, Sabuncupınar Frig Evi yapılmış. Sabuncupınar Frig Evi sarı rengi ile uzaktan eski bir TCDD binasını andırıyor. Yanına yaklaşınca öyle olmadığını anlıyorsunuz ama hemen biraz aşağısında Sabuncupınar tren istasyonunu aynı renklerde görünce şaşırıp kalıyorsunuz.
Fotoğraf 2: Sabuncupınar Tren İstasyonu
Ne kadar da özlemişiz eski tren istasyonlarını, rengini, klasik halini, çekim alanını. Ben Sabuncupınar’dan daha ileriye gidemedim ve kendimi engelledim. Doğa o kadar harika ve sakinlik o kadar güzeldi ki nerede olduğunuzu unutup hep ileriye doğru gitmek istiyorsunuz. Yöre halkı turizm bilincine sahip. Çok yardımseverler. Bir köyden geçerken haritam olup olmadığını sordular. “Yok” dediğimde bir çırpıda evden getiriverdiler.
Fotoğraf 3: Frig Vadisi’nden Görünüm
Yola devam etmek zorundayım. Mecburen döndüm. Kütahya yoluna çıkana kadar sağımda ve solumda ne kadar kaya, tepe varsa hepsinde 3000 yıl öncesinin izlerini heyecanla seyrettim.
Kütahya’da mola verdim. Çok değer verdiğim çinici arkadaşlarımla yemek yedik, ardından nefis bir kahve ve nostalji. Eski ustalar kendilerine artık yeterince değer verilmediğinden yakınıyorlar. Çok çabuk tüketme hastalığı nedeniyle yeterince verimli üretim yapamadıklarını defalarca söylediler. Bir yandan da inanılmaz güzellikte eserleri teker teker gösterdiler.
Fotoğraf 4: El Emeği göz Nuru Askılı Top
Kütahya’dan sonra hedefimiz İzmir. İzmir’de bir gece konaklayacağım. Yoğun yağmur yağışı nedeniyle akşam geç saatlerde İzmir’e ulaşabildim. Yorgunluğa daha fazla dayanamadım ve hemen uyudum. Parlak ve sıcacık bir İzmir sabahına uyandım. Her zaman söylemeyi bir borç biliyorum. Bu şehirin havası bir başka. Öğlene kadar boşum ve bu fırsatı değerlendirip İnciraltı’ndaki Deniz Müzesi’ne gidiyorum. Münfesih TCG Ege, TCG Pirireis ve TCG Kasırga halkın ziyaretine açık. Çocukların ilgisi çok büyük ve akın akın gruplar halinde ziyarete geliyorlar. Öğretmenler çocukların heyecanlarını zor dizginliyorlar.
Fotoğraf 5: İzmir İnciraltı Müze Gemileri
Üç gemimizin şanlı sancağı ılık bir rüzgarla yapraklanıyor. Ortam çok temiz. Personel iyi niyetli, saygılı ve yardımsever. Denizaltımız insanların çok ilgisini çekiyor. Gruplar halinde ziyaretçiler geliyor. Görevli personel öğle yemeğinden dahi feragat ediyor. Sahile konmuş bulunan Mk6 Mod5 denizaltı mayını, Mk 23 torpidosu, TCG Ege’ye ait karina demiri, Penguin güdümlü mermiye ait maket, TCG Ege’nin pervanesi ve TCG Pirireis’e ait dikey dümen müzenin girişinde sancak ve iskele tarafında bizi karşılıyor. Büyüklükleri insanı şaşırtıyor.
Fotoğraf 6: TCG Ege Fırkateyninin Pervanesi
Müze gezimizin sonu gelip sahile çıktığımızda hemen karşımızdaki mendirekte R/V Koca Piri Reis araştırma gemisinin olduğunu gördüm. Deniz jeolojisi ve jeofiziği alanlarında araştırma yapabilen en donanımlı gemimiz olması nedeniyle de ayrı bir önemi kendisinde barındırıyor. Çok değerli bu araştırma gemimizde bilimsel çalışmalar yapan bilim adamlarımıza başarılar diliyorum.
Fotoğraf 7: R/V Koca Piri Reis Araştırma Gemisi
Öğleden sonraki işlerimi akşam geç saatlere kadar tamamladıktan sonra ertesi günün hazırlığına başladım. İkinci gün sabah erkenden Aydın Nazilli’ye doğru yola çıktım. Hava açık, orta şiddette bir rüzgar sıcaklığı dayanılabilir bir serinliğe indirgiyor. Otoyoldan Nazilli’ye ulaşıyorum. Öğlene kadar işlerimi halledip ver elini Karacasu’ya. Herkese tavsiye ederim. Fırsatınız varsa Karacasu’ya mutlaka uğrayın. Dağların tepesinde canlı alabalık restoranları sizleri mutlaka bir yerlerde bekliyordur. Meyvelerin tadı burada bir başkadır. Nazilli’de çilekler ne kadar güzelse Karacasu’da da kirazlar o kadar güzeldir. Suyun tadı ise bambaşka.
Yönümüz Afrodisyas’a (Aphrodisias) doğru. Karacasu’ya neredeyse beş defa gittim, ancak Afrodisias’ı görmek bir türlü nasip olmamıştı. Bu sefer kesin kararlıyım ve hiçbir kuvvet beni bu yoldan döndüremeyecek. Karacasu’ya ulaşan son sapağa geldiğimde yol birden çatallaştı. Üzerinde olduğum yol Kuyucak-Tavas yolu. İki yıl önce buraya geldiğimde bu yol yoktu. Şimdi yepyeni bir yol yapılmış ama işaret olmadığı için nereye gittiğini bilemiyorum. Bu yüzden yine bildiğim yoldan, Karacasu içinden yoluma devam ediyorum. Yol kenarlarında kirazlar “al beni, ye” dercesine gözünüzün içine bakıyor. Merkez caddeden Afrodisias yönüne devam ediyorum. Şehir merkezinden ayrılıp yoluma Tavas yolu üzerinden devam ediyorum. Sağında ve solumda meyve bahçeleri, tarlalar, ceviz ve zeytin ağaçları sıralanarak arkamda kalırken ben yavaşça yukarıdan aşağıya doğru yol üzerinde neredeyse istenmeyen menzile ulaşacak su gibi akarak iniyorum. Biraz sonra karşıma görmek istemediğim bir manzara çıkacak. Biliyorum üzüleceğim ama çaresizim, görmek zorundayım.
591 yıl önce Osmanlı padişahlarından II. Murat kervan ve ticaret yollarının birbirine bağlanması amacıyla Dandalaz Çayı üzerine bir köprü yapılmasını emretti. Dönemin mimarı tarafından hiç harç ve demir kullanmadan inşa edilen köprü 2015 yılına kadar durmaksızın 589 yıl hizmet verdi.
Fotoğraf 8: Dandalaz Köprüsü Yıkılmadan Önce
Mükemmel bir mühendislik ve statik harikası olan ve tamamen kesme taşlardan inşa edilmiş olan köprünün üzerinden nice kervanlar, vasıtalar, askeri araçlar, insanlar, sürüler geçti yıkılmadı ama günün birinde restorasyon yapmaya kalkan ve hesaplamalarında hatalar yapan mühendislerin sayesinde köprü tamamen yıkıldı.
Fotoğraf 9: Dandalaz Köprüsü Yıkıldıktan Sonra Panoramik Görünümü
Yüksekten aşağıya düşen kesme taşların büyük bir kısmı Dandalaz Çayı’nda kayboldu. Dandalaz Köprüsü birinci dereceden korunması gereken tarihi bir anıttı. Şimdi bir ucube olarak olduğu yerde mahzun ve perişan bir şekilde akıbetini bekliyor.
Fotoğraf 10: Dandalaz Köprüsünün Yıkılmış Hali
Fotoğraf 11: Dandalaz Köprüsü Tavas Yolu Yönündeki Yarım Yıkılmış Ayak
Köprünün hikayesini duymuştum ama yakından görmemiştim. Keşke sağlamken üzerinden geçebilseydim diye iç geçirdim. Bir çok fotoğraf çektim. Üzülerek söylemem gerekiyor ki arşivimde sağlam Dandalaz Köprüsü fotoğraflarının olmasını çok isterdim.
Üzüntümün ardından ileride beni çok güzel bir heyecan bekliyor. Afrodisias!!! Heyecandan kalbim çatlayacak. Hakkında çok şeyler okudum, çok fotoğraflarını gördüm ama biraz sonra her şey çok canlı bir şekilde karşımda olacak. Fotoğraf makinem hazır, ben hazırım ve içeri giriyorum. Müze Kartım sayesinde hiç beklemeden görevlilerin yakın ilgisi eşliğinde Afrodisias arkeolojik sit alanı ve müze bölgesine giriş yaptım. Öncelikle söylenmesi gereken bir şey varsa o da her yerin tertemiz ve pırıl pırıl olduğudur. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Fotoğraf 12: Afrodisias’da Mermere Oyulmuş Balık Figürleri
Hemen karşımıza çıkan ilk figür, mermere işlenmiş balıklar. İnanın ben de şaşırdım. Her yerde, her şeyde denizi arıyoruz ya, buyurun işte denizle alakası olmayan bir yerde binlerce yıl önceki insanların mermere işledikleri balıklar. Biraz sonra bir sürpriz karşılayacak beni. İhtiyar Balıkçı!!!
Ana meydanın sağında yer alan müze binası görülmeye değer, içeri girip dışarı çıkmaz istemezsiniz. Işıklandırma mükemmel, eserler inanılmaz, neredeyse hepsi sağlam ve kırılmamış. Meydanın sol tarafında yüzlerce yaşında dev bir çınar ağacı var. Çınarın hemen altında mermerden oyulmuş kocaman bir oturak var.
Fotoğraf 13: Afrodisias’da Köylüler Çınar Altında Sohbet Ederken (Ara Güler Arşivinden)
Ara Güler Bir baraj projesi için 1960’lı yıllarda buralara gelmiş ve köylülerin çınar altında oturup sigara ve kahve içtikleri mermer oturağın fotoğrafını çekmiş. Her iki baştaki balık figürlerine bakar mısınız? Şimdi aynı yerde duruyorlar ve insanlar orada fotoğraf çektiriyorlar. Ara Gülerin fotoğrafında olmayan sol baştaki balık figürü bulunmuş ve yerine takılmış.
Fotoğraf 14: Aynı Çınar Altında Günümüzde Fotoğraf Çektirenler
İhtiyar Balıkçı’nın hikayesine gelince: İhtiyar Balıkçı heykelinin gövde kısmı 1904-1905 yılları arasında Afrodisias’da Hadrian Hamamı kazısı yapan Paul Gaudin tarafından bulunmuş, önce diğer heykellerle birlikte İzmir’e gönderilmiş, oradan Paris’e kaçırılmış ve sonrasında da Berlin Müzesi’ne satılmış. Baş kısmı ise 1989 yılında Hadrian Hamamına bitişik güney agora havuzunda Kenan Erim tarafından bulunmuş. 1990 yılında alçı gövde kopyası üzerine baş oturtulmuş ve tam uyduğu görülmüş. Daha sonraki kazılarda İhtiyar Balıkçı’ya ait kollar ve bacaklar ile heykelin kaidesi de bulunmuş ve Afrodisias’da koruma altına alınmış.
Fotoğraf 15: İhtiyar Balıkçı: Baş, Torso ve Birleştirilmiş Gövde
Şimdi en can alıcı yere geldik, Afrodit Tapınağı. Afrodisias adı aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’ten geliyor. Afrodit’e de böylesine güzel bir tapınak yakışır diye düşünmüşler ve ellerinden gelen güzellik adına ne varsa güzelim araziye tohum serpercesine savurmuşlar.
En yüksek dönemini Roma çağında yaşayan ve Afrodit tapınımı ile ünlenen kentin tarihi M.Ö. 5000 yıllarına kadar dayanıyor. M.Ö. 1. Yüzyılda Roma imparatoru Augustus’un kişisel koruması altına giren şehir sonrasında Roma İmparatorluğu’nun Karya eyaletinin başşehri oluyor. M.S. 4. yüzyılda daha bayındır hale gelen Afrodisias M.S. 6. yüzyılda önemini kaybetmeye başlıyor. Bizans döneminde ise Karya Bölgesi Başpiskoposluğu haline getiriliyor. Defalarca Vizigot ve Arap saldırılarına maruz kalan, Selçuklu Devletinden sonra Menteşe ve Aydınoğulları Beyliği emrine giren Afrodisias 1413 tarihinde Sultan II. Murat’ın Karacasu bölgesini alması ile Osmanlı topraklarına katılıyor. Dandalaz Köprüsü’nün neden yapıldığı şimdi ortaya çıkıyor. Bence Sultan II. Murat Afrodisias’ı birden fazla ziyaret edebilmek ve çabuk ulaşabilmek için köprüyü yaptırmış!
Tarihini detaylı anlatmak istemiyorum ancak şehir mimarisi açısından oldukça gelişmiş olan Afrodisias sanat, kültür, eğitim ve bilim dalında çok gelişmiş olmakla birlikte yakınında bulunan mermer ocakları sayesinde plastik sanatlarda büyük atılımlar gerçekleştirmiş, “Manierist Stil” adında kendine özgü bir yontu stili de yaratmıştır.
Fotoğraf 16: Afrodit Tapınağı, Afrodisias
Tamamen sağlam hipodromdan ayrılmak istemeyeceksiniz. Nasıl olmuş da bu güne kadar sağlam kalmış şaşırırsınız. 2000 yaşından daha fazla yaşlı mermer oturaklara oturup rüzgarın sesini dinlemeye başladığınızda biraz sonra gemi azıya almış çılgın atların alana fırlayacağını zannedersiniz.
Fotoğraf 17: Hipodrom, Afrodisias
Çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçişin sıkıntılarını müzede bulunan bazı heykellerden anlıyorsunuz. Tek tanrılı dini kabul edenler artık Afrodit’e tapınmanın yanlış olduğu düşüncesi ile taptıkları heykellerin yüzlerini ve ellerini parçalamışlar, bu durumdaki heykellerin görünür bir yerine de değişik boyutlarda haç işareti kazımışlar.
Fotoğraf 18: Hadrian Hamamları, Afrodisias
Amfi tiyatronun girişinde çektiğin bu fotoğrafta tam karşıda gördüğünüz kral koltuğuna oturarak yemeğimi yedim. Yüzlerce yıl önce aynı hareketi yapsaydım kim bilir kaç muhafız üzerime doğru yürürdü. Gülümseyerek içimden geçirdim.
Fotoğraf 19: Amfi Tiyatro, Afrodisias
Zaman içerisinde insan ve tabiat tarafından aşındırılan bir kültürün arta kalanları dahi mükemmelliğin azametini haykırıyor ve o dönemde şehir içerisinde yaşayan 15.000 kişinin zarafetinin ne kadar yüksek olduğunu dile getiriyor.
Fotoğraf 20: Eyüp Ağa Çeşmesi, Osmanlı Dönemi, Afrodisias
Afrodisias’da zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Yanıma gelen görevli artık ören yerinin kapatılacağı bilgisini verince şaşırıp kaldım. Zaman nasıl da hızlı geçmişti. Şimdiye kadar gördüğüm ören yerleri içerisinde en derli toplu, en düzgün, en anlaşılabilir olanı Afrodisias’dı.
İzmir’e dönmek için tekrar yola çıktım. Trafik levhaları Dandalaz yönü hariç başka bir yoldan İzmir yönünü gösteriyordu. Bu yola devam edince Karacasu’ya gelirken şaşırdığım yolun bu yol olduğunu anladım. Yeni Kuyucak-Tavas yolu. Yapanların eline sağlık, yol neredeyse beşte bir kısalmış ve daha emniyetli olmuş.
İzmir’e dönerken Aydın şehir içinden geçtim. Reklam panolarında yepyeni bir isimle karşılaştım. “Arap Apıştı Kanyonu”. Belediyenin yapmış olduğu çalışmalar açıklanıyordu ve kanyonun açıldığı haberi veriliyordu. Geç olduğu için kanyona gidemedim ama yine de aklım orada kaldı. Tam o sırada bir arkadaşımdan telefon geldi, “neredesin” diye sorunca “Aydın’dayım dedim. “Arap Apıştı Konyonu’nu gördün mü?” diyince yeni bir seferin rotasının artık belli olduğu ortaya çıkıverdi. Bir sonraki seferimde Arap Apıştı Kanyonu’nu görmeye gayret edeceğim. Sizin için oraya ait Kale Belediyesi tarafından yayınlanan iki fotoğraf ekliyorum. Nasıl bir güzellik olduğuna siz karar verin.
Fotoğraf 21: Arap Apıştı Kanyonu 1
Fotoğraf 22: Arap Apıştı Kanyonu 2
İzmir’den İstanbul’a dönüşüm çok modern ve hızlı oldu. Otobanlar artık çevre ile ilişkinizi kesiyor. İnisiyatifiniz kalmıyor. “Hadi şuradan şu yandaki köye kaçıvereyim, bir soluklanayım, köyde de bir kahve içerim” diyemiyorsunuz. Yol nereye siz oraya.
Bir sonraki seyahatimizde görüşmek üzere hoşçakalın.
(1) http://frigvadisi.gov.tr/index.php/frig-vadisi/frig-yuruyus-yolu