KIBRIS’IN HUZURU VE “OMNE DATUM OPTIMUM”

Bahçeşehir Üniversitesi’nin 2005 yılında düzenlediği ilk Siyaset Okulu programına katılmıştım. 11 Mart 2005 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Merhum Rauf R. Denktaş konuşmacı olarak üç saate yakın “Kıbrıs Sorununun Dünü Bugünü Yarını” konulu bir anlatım gerçekleştirdi. Birinci ağızdan her şeyi duymak konuyu daha ilginç kılıyordu, bu nedenle anlattıklarını bir bir yazmışım. Konuşmasındaki hassas noktaları kısaca burada yazmak istiyorum:
  1. Bağımsızlık bir milletin ulaşabileceği en kıymetli değerdir, bundan daha güzel başka bir seçenek yoktur,
  2. Atatürk “bağımsız değilsen azınlıksın” demiştir,
  3. Biz Kıbrıs’ta yırtılıp atılmayacak kalıcı bir barış istiyoruz,
  4. Büyük devletler Kıbrıs’ta adaleti değil çıkarlarını gözetirler, bu nedenle Kıbrıs’ı kendi istedikleri yere sürüklemeye çalışırlar,
  5. Avrupalılar Kıbrıs’ın Yunan’a verilmesi konusunu kendi çıkarları açısından uygun görüyorlar. Bütün Kıbrıs’a sahip olmak için bunu yapıyorlar,
  6. Annan Planı’nı hazırlayanlar ABD ve İngiltere’dir. Bu kapsamda Rumlar masaya taviz vermek için değil taktik icabı oturtulmuşlardır. Tüm toplantılarda Türkler’in uzlaşmaz olduğunu gösterme çabaları artmıştır,
  7. Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konan Annan Planı’na Türkler %65 oyla “EVET” dediler, Rumlar “HAYIR” dedi. Buna rağmen Rumlara hiçbir kısıtlama gelmezken EVET diyen Türklere vaat edilen (para, turist, iş, düzenli ekonomi) hiçbir şey gerçekleşmedi,
  8. Annan Planı 1960 Antlaşması ile stratejik haklarını korumak için garantör devlet olan Türkiye’yi adadan dışarı çıkarmak için hazırlanmıştır,
  9. Türk Milleti askerinin Kıbrıs’tan çekip gitmesini hazmedemez,
  10. Avrupa Birliği Kıbrıs’ı istiyor. Kıbrıs’ın yarısı bizimdir. Kıbrıs elimizdeki kozdur,
  11. Rumlar tek başına hiçbir zaman Kıbrıs’ın meşru hükümeti olamaz. Bu söylemlerden vazgeçmeleri gerekir,
  12. Kıbrıs’ın tümünü temsil ettiğine inanılan bir zümre Avrupa Birliği’ne alınmıştır. İçinde Türkler’in olmadığı hiçbir hükümet “Meşru Hükümet” olamaz,
  13. Rum politikası şu temele dayanır: Türkler iyi niyetle ödünler verir, karşı taraf bunu cebine atar, görüşmeye ödünden başlar. Karşı taraf art niyetlidir, zaman her şeyi tedavi etmez, arşivler meselenin niçin halledilemediğini net olarak açıklar,
  14. Neden bunlar oluyor, bu adanın önemi nedir: Bölgede İslam terörü baş göstermiştir, petrol kuyuları meselesi vardır. Doğu Akdeniz’de hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs’ın hakları vardır, bu haklar göz ardı edilemez. Kıbrıs’ın Türkler’den arındırılması demek Türkiye’nin denizlere açık bir ülke olmaktan çıkması demektir.
Rauf Raif DENKTAŞ Değerli devlet adamımız, ömrünü Kıbrıs’ın bağımsızlığına adayan, bu yüzden kendi ağzıyla “bensiz büyüyen çocuklarımın çocukluk hatıralarını anımsayamadığım için garip bir özlem içindeyim”  itirafında bulunan, sanatçı, yazar, hukukçu ve gazeteci Rauf Raif Denktaş’ı 13 Ocak 2012’de sonsuzluğa uğurladık. Nur içinde yatsın. Merhum Denktaş’ın cenaze töreni esnasında Kıbrıs semalarında bir Gökkuşağının ortaya çıkması hüzünlü anların yaşanmasına neden olmuştu. Merhum Rauf R. DENKTAŞ’ın Cenazesi Esnasında Çıkan Gökkuşağı Denktaş’ın akıcı üslubu ve konuya hakimiyetinden çok etkilenmiştim. Kıbrıs araştırmalarımda karşılaştığım bazı hususları onun sözlerini hatırlayarak inceledim, dikkatimi yoğunlaştırdım. Tarihin sonundan değil de başından gelen bir takım hassas noktaları, belki de kopma noktalarını  bulmaya çalıştım. Ancak şu da var ki araştırdıkça yeni konular çıkıyor. Hiç duymadığınız ve neden diye sorduğunuz soruların cevapları bazen aralardan karşınıza fırlayıveriyor. Aşağıda devam edeceğimiz Kıbrıs’ın kısa kronolojisi Merhum Denktaş’ın “arşivler meselenin niçin halledilemediğini net olarak açıklar” sözünü tamamen doğrular nitelikte. Bizim burada inceleyeceğimiz dönem tarihin en başından 20 Haziran 1976 tarihinde yapılan Kıbrıs Türk Federe Devleti Devlet Başkanlığı seçimine kadar olan dönem olacaktır. Şimdi Kıbrıs’ın coğrafi durumuna bir bakalım. Coğrafi açıdan: Akdeniz’de bulunan büyük adalar sıralamasında Sicilya (İtalya – 25460 km2) ve Sardunya (İtalya – 24090 km2) adasından sonra 9251 km2 ile üçüncü sırada. Sonrasında sırayla Korsika (Fransa), Girit ve Eğriboz (Yunanistan) adaları geliyor. Kıbrıs’ın Coğrafi Görünümü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin toprak alanı ise 3355 km2. Bu büyüklük başlı başına Doğu Akdeniz için dev bir uçak gemisi anlamına geliyor. Kim istemez ki bu kadar masrafsız, hatta çok verimli yemyeşil bir uçak gemisini? Kıbrıs, kuzeyinde 65 km ile Türkiye’ye, doğusunda 112 km ile Suriye’ye, 267 km ile İsrail’e, 162 km ile Lübnan’a, güneyde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hariç 418 km ile Mısır’a ve batıda 965 km ile Yunanistan’a komşu. Kıbrıs adası  340 33’- 350 41’ N enlemleri ve 320 23’- 340 55’ E boylamları arasında yer alıyor. Doğu Akdeniz’e her yönden bakabilen müthiş stratejik bir nokta. Süveyş Kanalı çıkışına tamamen hakim. Fauna ve florasından da kısaca bahsedelim: Afrika ve Doğu Avrupa üzerinden geçen göçmen kuşların başlıca konaklama ve yumurtlama alanı, 350 türden 7 tür endemik, 26 farklı tip sürüngen’e (amfibian) ev sahipliği yapıyor. Karpaz milli parkında 250 yabani eşek doğal hayatta serbestçe dolaşıyor. Flora açısından ise 1900 adet çiçekli bitki türüne sahip, bu bitkilerden 19’u sadece Kıbrıs’ta yetişiyor. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı. Ekilebilir alanlar nüfusa yeter nitelikte. Su ve kuraklık kısmı hariç kendine yetebilecek kapasiteye sahip. Bu şart nüfusunun aşırı artmaması halinde geçerli. Adaların komşularına olan mesafeleri gelecekteki kültürel bağlarını, yaşam tarzlarını  oluşturan en temel gösterge olmuş. Büyük adalar ise tarih içinde kendilerine çizilen kaderlerinde ne çektilerse cazibeleri yüzünden çekmişler. Bu yüzden Kıbrıs’ın coğrafi ve stratejik konumu, fauna ve florası Mahan’ın(2) kuşak teorilerini destekler nitelikte. Kıbrıs stratejik konumu ve doğal zenginlikleri yüzünden tarihin hemen her döneminde çatışmalara ve kargaşaya tanık olmuş, işgal ve yağmalar neredeyse adada olağan haller olarak kabul edilmiş. Bütün işgal ve yağmaya rağmen Kıbrıs, kendi içinde barındırdığı özgün tarihini ve fiziki varlıklarının çoğunu günümüze ulaştırmayı bilmiş ve kültür ve sanat açısından insanlığa büyük bir miras bırakmış. Bilim adamları Kıbrıs Tatlısu bölgesindeki kazılara dayanarak Kıbrıs tarihinin M.Ö.10.000’li yıllara Paleolitik Döneme kadar uzandığını söylüyorlar. Kıbrıs’a Kıbrıs dışında en yakın yerleşim yeri olan Anadolu’nun Kilikya bölgesinden ve Suriye’den gelen ilk insanlar Kıbrıs’ın kuzey kıyısı Girne’nin birkaç kilometre doğusunda, denizin sürekli altını oyduğu ve yakında kaybolmaya yüz tutmuş Vrysi (Sahilin Koynu) gibi yerleşim yerleri kurmuşlar. Vrysi (Sahilin Koynu), tepe üzerinde bulunan taşların içinde ilk yerleşimlerin kalıntıları mevcut. O dönemde insanlar doğal mağaraların ve oyukların önlerini taşlarla örüp kapalı alanlar oluşturmaya çalışmışlar Binlerce yıl dalgaların sesi çocukların sesiyle hepbir olmuş Vrysi’de. Sonra yavaş yavaş maden devrine doğru girmeye başlıyoruz. Şimdi tarihin içine girip bir bakalım ilginç neler bulacağız:M.Ö.3500-2300, Kalkolitik Çağ: Adada çok bulunan bakır çıkarılmaya başlanmış ama çıkarılan madenin nasıl işleneceği bilinmediğinden sadece ok ve mızrak uçlarına kesici uçlar yapılmış,M.Ö.2300-1050, Tunç Çağı : Ada halkı bakırdan tunç elde etmesini öğrendiler. Devrin en önemli kalıntıları: Karmi Tunç Çağı Mezarlığı (buradan çıkan 953 adet eserin tamamı Avustralya Sidney Üniversitesi adına Prof. J.R. Stewart tarafından Avustralya’ya götürülmüştür!!! Neden acaba?), Enkomi Tapınağı, Pigades Tapınağı, M.Ö.1050-M.S.395, Demir Çağı : Demir ve demirden yapılan aletler kullanılmaya başlanmış. Bilim insanları bu dönemi 5 ayrı döneme ayırmışlar:
  1. Geometrik Devir (1050-750), Akalar, Dorlar, Fenikeliler adaya gelerek Soli, Salamis koloni kentlerini kurmuşlar,
  2. Arkaik Devir (M.Ö.750-475), Asurlular, Persler ve Mısırlılar adada egemenler,
  3. Klasik Devir (M.Ö.475-325), İssos Savaşında Persler’i yenen Büyük İskender Persler’den sonra adanın hakimi olmuş,
  4. Hellenistik Devir (M.Ö.325-58), Büyük İskender Dönemi’nde başlayan bu devir çok sayıda imar faaliyetinden sonra İskender’in ölümü (M.Ö.318) ile çöküşe başlamış ve generallerin çatışması sonucunda Mısır’ı ele geçiren Kral Ptolemaios Kıbrıs’a da hükmetmiş,
  5. Roma Devri (M.Ö.58- M.S.395, ), Doğu’dan gelen Hellen düşünce ve göreneklerinin Roma halkını etkisine almasına şiddetle karşı çıkan ve bir çiftçinin oğlu olan Roma devlet adamı Marcus Porcius Cato’nun (“Size kafanız hükmediyorsa kralsınız, vücudunuz hükmediyorsa köle” sözünün sahibi) Kıbrıs’ı Roma İmparatorluğu hakimiyetine katma isteklerinin sonunda M.Ö. 58’de P.Clodius Pulcher, Kıbrıs‟ı korsanların (Bunlar kimdir? Sonradan ortaya çıkacaklar) buluşma noktası olduğu bahanesiyle topraklarına kattı.
Marcus Porcius Cato Yahudi bir ailenin oğlu olan ve Salamis’te doğan Aziz (St.) Barnabas valiler tarafından idare edilen Kıbrıs’ta Hristiyanlığı yaymaya başlamış ve bu yüzden de öldürülüp cesedi denize atılmak üzere bataklıkta saklanmış …., ancak St. Barnabas hikayesi burada bitmiyor ve devam ediyor. Devamında St. Mathews İncili’nin hikayesi vardır ancak yerimiz mümkün olmadığı için araştırmayı okuyucularımıza bırakıyoruz. Aziz (St.) Barnabas ve Manastırı (şimdi müze) Bu dönemde tiyatro, stadyum, agora, su kemeri, hamam gibi sanatsal yapıların inşa dönemidir. Bizans Devri (M.S.395-1191): Roma İmparatorluğu’nun gücü kalmayıp bölünmesiyle birlikte Doğu Roma İmparatorluğu Doğu Akdeniz’de de faaliyet göstermeye başlamış. Bizans İmparatoru Constantinus (337-361) Salamis şehrini yeniden inşa edip, adını Constantia olarak değiştirmiş, Bizans Devrinde, Muaviye dönemi İslam akınları Kıbrıs’ı etkilemiş, adaya akınlar düzenlenince sahil kentleri, iç kısımlara taşınmış, Salamis kenti de, Mağusa’ya göç etmiş. Adanın güvenliği için St.Hilerion , Bufavento ve Kantara Kaleleri inşa edilmiş. Artık adada ciddi olarak siyasi hareketlenmeler başlamış. Avrupa’nın Kudüs’e giden en kısa ve hızlı yolu denizyolu ile ulaşımdı. Diğer taraftan Doğu Akdeniz sahillerinde yetişen gemi yapımı için denize dayanıklı ağaçlar  ve Ortadoğu’nun içinde üretilen/Çin tarafından gelen her türlü hammadde büyük gemiler vasıtasıyla taşınırken Kıbrıs bir atlama taşı olarak kullanılıyor, kısa süreli de olsa denizciler ve yolcuları dinlenme imkanı buluyorlardı. İslamiyet’in yaygınlaşması ile birlikte hac görevlerini yerine getirmek isteyen Müslümanlar da aynı yolu kullanmaya başlamışlardı. Kudüs’ün 2 Ekim 1187 tarihinde Selahaddin Eyyubi tarafından fethi ile orayı kurtarmak isteyen Hristiyanların da akın yolu Kıbrıs’tan geçmeye başladı. Doğu Akdeniz’de oluşan bu zengin yolcu ve hammadde trafiği beraberinde büyük ganimetleri gasp etmek isteyen kanun dışı yapılanmaların oluşumlarını tetikledi. İngiltere’ye para sağlamak için halkının son kuruşuna kadar parasını toplayarak III. Haçlı seferine çıkan; ömrünün çoğu İngiltere dışında geçen, bu yüzden İngilizceyi dahi düzgün konuşamayan; Akka’da esir aldığı 3000 masum kadın ve çocuktan oluşan Müslümanı acımasızca katleden ve bu katliam sayesinde üzerinde karga ve tilkilerden başka çok az hayvanın yaşadığı İngiltere’de isminin önüne Aslan Yürekli unvanını alan; rüyalarında gördüğü Kudüs’ü ele geçirmeye gücü yetmeyen (1099’da Haçlılar Kudüs’ü ele geçirdiklerinde kedilere varıncaya kadar tüm canlı varlıkları boğazlamışlardı); III. Haçlı Seferi sırasında kurumuş et yerken aflatoksinden zehirlenip kuvvetten düşen, Selahaddin Eyyubi’nin (1187 yılında Müslümanlar tarafından alınan Kudüs’te hiçbir Hristiyan’a dokunulmamış, dokunmaya teşebbüs edenlere de şiddetli cezalar verilmişti), acıyıp, kendi doktorunu gönderip iyileştirdiği; seferi sırasında sık sık küfür ettiği Avusturya Kralı Leopold tarafından başarısız seferin dönüş yolunda yakalanıp tutuklanan, 1 yıllık hapis hayatından sonra yüklü bir fidye karşılığında ülkesine iade edilen; zayıf düşen İngiltere halkının çektiklerinin bedelini geri almak için ortaya çıkan isyancı Robin Hood’un var olma gerekçesinin sahibi Aslan Yürekli Richard zayıf Bizans döneminde (1184-1191) Kıbrıs’ı aldı. Fakat, adadaki direniş ve isyanlar, savaş masrafları ve İngiltere’ye dönüş için gereken yol parası yüzünden adayı Kudüs’ün fethine katılmış, Haçlı Seferlerinde askeri ve dini bir örgüt olarak kurularak tarikata dönüşen Tapınak Şövalyeleri’ne 100.000 altın karşılığında satmak zorunda kaldı. Ama henüz vatanları ve milliyetleri olmayan şövalyeler sadece depozit verdiler tüm parayı vermediler. Selahaddin Eyyubi Aslan Yürekli Richard Tapınak Şövalyeleri Dönemi (1191-1192): Tapınak Şövalyeleri Kudüs nöbeti esnasında ticaret ile ilgili çok önemli bilgiler öğrenmişlerdi. Kudüs’ün kaybından sonra ortada kalmaları, askerlikten çok gasp ve ticaret odaklı yaşamaları, birçok milliyetten gelen ve çoğunluğu işlediği suçlar nedeniyle yargılanmaktan kaçan şövalyeler vatan kurma ve millet olma bilincinden yoksundular. Zaten bu da işlerine gelmiyordu. Devlet olmak demek bağlayıcı kararlara imza atabilmek, ülkeyi korumak ve bunun için de masraf yapmak demekti. Kıbrıs’taki yaşamı cazip bulmayan ve ada halkının sürekli direniş ve isyanlarından çok çabuk yorulan Tapınak Şövalyeleri adayı kısa sürede I. Richard’a iade ettiler. Depozitolarını istediler ama geri alamadılar. Papa II. Paschall’ın Pie Postulatio Voluntais (Kutsal İstek – 15 Şubat 1113), bu belge şu anda Valetta’daki Malta Ulusal Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir. Şövalyelerin başında Robert de Sable bulunuyordu. Bir yıllık Kıbrıs Krallığından sonra ne yapıp edip Papa ile anlaştı ve Papa II. Paschall’ın Pie Postulatio Voluntais (15 Şubat 1113), Papa II. Innocentus’un Omne Datum Optimum (1139), Papa II. Celestine’in Milites Templi (1144) ve Papa III. Eugene’nin Militia Dei (1145) resmi emirnamelerini sonuna kadar kendi amaçları için kullanabilme izini aldı. Bu emirnameler her ne kadar masum isimler taşıyorlarsa da aslında Hristiyan olmayanları öldürme, soyma, servetlerine konma ve daha birçok olanakları sağlıyordu. Her bir belge nefret, çıkarcılık, vurdumduymazlık, insan katline sorgusuz sualsiz izin veren fetva özelliğini taşır. Diğer taraftan emirnamelere göre şövalyelerin bu faaliyetleri “Tanrı İşi” olarak kabul edildiğinden zapt ettikleri paralardan için hiçbir şekilde vergi alınmıyordu. Papalık da bu paralardan yüklüce bir pay alıyordu. Kıbrıs topraklarına yerleşen bu illegal yapılanma şövalyelerinin ve Papalığın tüm kirli emellerini bir bir gerçekleştiriyordu. Tapınak Şövalyelerinin Arması Richard ise Kudüs’ü bile korumayı beceremeyen, hatalı askeri kararlarla Selahaddin Eyyübi’ye karşı Hittin Savaşı’nı kaybeden Kudüs Kralı Fransız asıllı Gui (Guy) de Lusignan’ı (bu isime daha sonraki satırlarımda dikkat ediniz) Kıbrıs Krallığına getirdi, Tapınak Şövalyelerinden aldığı paranın da iki katını aldı. Burada önemli bir husus gerçekleşti. Depozitolarını geri alamayan şövalyeler Kıbrıs’ı terk etmediler, bunun yerine birtakım kaleleri satın alıp yerleştiler, Kıbrıs’ın yöneticileri ile kirli ittifaklara giriştiler. Lusignan Devri (1192 – 1489): Kral Lusignan döneminde Lefkoşa başkent yapılır. Adanın imarını sağlamak üzere halktan (şövalyelerin gücü kullanılarak) yüklüce vergiler toplanır. Adanın gelişmesi ve savunmasına yönelik büyük harcamalar yapılır. Bu devirde katedrallar, saraylar, kiliseler, şapeller, manastırlar, konaklar yapılmıştır. Guy de Lusignan Müslümanlar ve Hristiyanlar için kutsal topraklara ulaşılabilecek en kısa yol üstünde bulunan Kıbrıs’ta Kıbrıs Krallarının Haçlı zihniyetine yakın olması ve Lusignan hanedanının Haçlı seferlerine hem üs hem de asker katarak destek olması Kıbrıs’ı daha da cazip hale getiriyordu.  Üzerinde bu kadar hareket olan bir adada yüksek miktarda da para akışının olmaması imkansızdı. Nitekim bu akışın cazibesine kapılan ancak Yakın Doğu’da yaşadıkları toprakları Müslümanlara kaptıran Templier ve Hospitailer şövalye tarikatları da satın aldıkları kalelere iyice yerleşerek siyasi hayatta etkin bir rol üstlenmeye başladı. Tapınak Şövalyeleri Papalık ve İtalyan şehir devletlerinin birbirleri ile giriştikleri mücadeleler sonucunda Kıbrıs’ın tarih sahnesinde Cenevizliler’den sonra bu sefer Venedikliler görülmeye başlanır. Venedik Kıbrıs’ın cazibesinin ne kadar büyük olduğunu bilmektedir ama bu pastadan sadece Papalığın ve Ceneviz’in faydalanmasına da razı gelmemektedir. Lusignan hanedanlarıyla akrabalık ilişkileri kurmak için fırsatlar yarattılar ve başardılar. Venedik Dönemi (1489-1570): Kıbrıs Kralı II. Jacgues Cigomo 1484 yılında ölünce karısı Venedikli Katerina Kornaro bir süre Kıbrıs’ı idare eder, ancak kocasının ölümünden sonra dünyaya gelen oğlunun bir yıl sonra ölmesi yüzünden yaşadığı sıkıntılara ve baskılara dayanamayıp idareyi Venedikliler’e bırakır. Katolik Venedikliler Kıbrıs’ı bir askeri vali ile yönetmeye çalışsalar da Akdeniz’de gittikçe güçlenen Türk donanmasının varlığı yüzünden adayı idare etmekte zorlanmaya başlarlar. Dönemin sonlarına doğru, Kral Janus zamanında Mısır Memlukluları’na 8000 Duka Altın vergi vermeye başladılar. Piri Reis’in Kıbrıs Haritası (Kitab-ı Bahriye) Osmanlı Dönemi (1570-1878): 1517’de Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Şam’da Venedikliler ile yapılan anlaşma ile Mısır’a verilen 8000 Duka Altının Osmanlılara verilmesini sağladı. Kıbrıs hukuken Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmış, Venedikliler ise adanın sahibi olarak kalmışlardı. Buna rağmen adada saklanan şövalyeler ve korsanlar Doğu Akdeniz’den geçen ticaret ve hacıları taşıyan gemilere saldırıyor ve yağmalıyorlardı. Sadece Müslümanlardan ve Türkler’den değil tüm Kıbrıs halkı ve Rumlar’dan da gelen şikayetler artık dikkat çekici hale gelmişti. Şövalyelerin fütursuz davranışları, saldırıların sorumluluğunu kendi üzerlerinden atıp korsanlara yüklemeleri II. Selim zamanında artık Kıbrıs’ın tüm mülkiyetinin alınmasını zorunlu kılmıştı. Sefer hazırlıklarına başlandı, Piyale Paşa’nın kumandasındaki donanma ile ada ablukaya alındı, nihayetinde 1 Ağustos 1571 Mağusa’nın da fethedilmesiyle Kıbrıs tamamen Türk mülkiyetine geçti. Hızlı bir imar döneminden sonra ada sakinliğe ve huzuruna kavuşmuştur. Piyale Paşa ve Kasımpaşa’da Bulunan Piyale Paşa Camii (Bu cami Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı 6 kubbeli tek camidir. Minaresi orta kubbeler hizasında bulunur ve uzaktan camiye bakıldığında bir gemi silueti ile karşılaşılır Kıbrıs’ın fethinin çok çabuk gerçekleşmiş olması adada bulunan korsanların ve Tapınak Şövalyelerinin can korkusu nedeniyle adadan hızla ayrılmalarına neden oldu. Türklerin Kıbrıs’ı almasıyla birlikte Avrupa’nın bir çok kentinde çok gizli sevinçler yaşanıyor ancak bu sevinç korkudan asla dile getirilemiyordu. Başta Papalık olmak üzere nice kral, kraliçe, veliahtlar, prens ve prensesler ve dahi birçok derebeyi neredeyse Kıbrıs’ı Türkler aldı diye göbek atacaklardı. Bu sevincin nedeni can korkusundan mallarını ve belgelerini toparlayamadan adadan kaçmak zorunda kalan Tapınak Şövalyeleriydi. Avrupa’nın birçok kentindeki soylular, din adamları ve Papalık siyasi ve şahsi kirli işlerini gerçekleştirmek için gizlice Tapınak Şövalyelerinden yüklü miktarlarda borç paralar alıyorlardı. Borçlarına karşılık olarak da sözleşme ve senetlere imzalarını atıyorlardı. Türkler yüzünden adadan kaçabilenler sadece canlarını kurtarabilmişler fakat belgelerini yanlarında götürememişler, alacaklarını tahsil edememe pozisyonunda kalmışlardı. Şövalyeler açısından Türklerin yaptığı iş büyük bir yıkımdı. Avrupa’da o dönemin mafyası sayılan Tapınak Şövalyelerinden içten içe nefret ediliyordu. Türkler sayesinde alacak verecek kalmamıştı. Avrupa soyluları kısa süreliğine derin bir “ohhh” çekmişti. Türkler Kıbrıs’ı fethettikten sonra kendilerine yardım eden yerel halk ile bütünleşmişler, onları vergi muafiyetinden faydalandırmışlar, adadaki illegal faaliyetlerin tamamının kökünü kazımışlar ve halkın bütünüyle güvenini kazanmışlardı. Kıbrıs halkı hiçbir dönemde olmadığı kadar huzur ve refah içinde yaşıyordu. Kıbrıs fethedildiği tarihte adada çok sayıda Katolik Venedikli bulunuyordu, az sayıda Ortodoks Rum vardı. Katolikler Ortodoks Kilisesine yaşam hakkı vermiyorlardı. Fetih sonrasında Katoliklerin adayı terk etmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortodokslara kilise açma hakkı tanımasıyla birlikte adada tam bir dini özgürlük yaşandı. Ortodoks Kilisesi gittikçe gelişti ve hiçbir baskı ile karşılaşmadı. 1878 yılında İngilizlerin tekrar sahneye çıkması yeni bir senaryonun başlangıcıydı. Halbuki Kıbrıs’a saldıran da yoktu, sadece kuzeyde İstanbul taraflarında Ruslar sıcak denize inme hayallerinin en yakın noktasına ulaşmışlardı. 307 yıllık huzur ve sakinlik döneminden sonra 1877 yılında Ruslar, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açar, İstanbul girişinde zorluklarla durdurulabilen Ruslarla 3 Mart 1878 tarihinde Yeşilköy (Ayestefanos) Antlaşması imzalanır. Kıbrıs’ın tadı damağında kalan İngiltere fırsattan yararlanmak istedi. I. Richard ile başlayan ayak oyunları İngiltere’nin Ruslara karşı Osmanlı’ya yardımcı olma teklifi ile devam eder. Adanın yönetimi 180598 Sterlin karşılığında Osmanlılar tarafından geçici olarak 22 Temmuz 1878 tarihinde İngiltere’ye bırakılır. Tarih tersine işlemeye başlamıştır. I. Dünya Savaşında İttifak Devletleri’ne karşı olan  İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf dönemini fırsat bilip 5 Kasım 1914 tarihinde adayı tamamen ilhak eder. 300 yıllık huzur yavaş yavaş belirsizliğe doğru ilerlemeye başlar. Türklerin Kıbrıs’taki varlığı istenmeyen durumdur. Türkleri adadan çıkarmak isteyen İngiltere bu iş için asla kendi elini kirletmek istemiyordu. İngilizlerin Kıbrıs Yönetimini Ele Geçirmeleri, İngiliz Bayrağı Kıbrıs Semalarında İngiliz Sömürge İdaresi (1878 – 1960): O zamanların klasik İngiliz oyunu olan milliyetçilik akımına kapılan ada Rumları kışkırtılmış Yunanistan’ın teşviki ve desteğiyle 1931 yılında isyan ettiler, Enosis hayali ile adayı Yunanistan’a ilhak etmek istediler. Enosis’i gerçekleştiremeyen Rumlar 1953 yılında “EOKA” terör örgütünü kurdular. Hedef Türkler ve sözde İngilizler idi. Türk katliamı bu şekilde başlamıştı. İngiltere’nin EOKA’nın üzerine ciddi bir şekilde gitmemesi, canını ve malını korumakta zorlanan Kıbrıs Türk Halkı’nı 1 Ağustos 1956 tarihinde “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı”nı (TMT) kurmaya yöneltti. Şiddeti engelleyemeyen İngiltere, adanın Türk ve Rum tarafları ile birlikte Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından ortak yönetilmesini teklif etti. Bu teklifi Yunanistan reddetti, ancak İngiltere planı uygulamaya koydu. Türkiye temsilcisinin 1 Ekim 1958′ de resmen ve fiilen görevine başlaması sonucu Yunanistan görüşme masasına oturmak zorunda kaldı. Kıbrıs Türk ve Rum liderleri de 19 Şubat 1959’da Londra Anlaşması’nı imzalayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması üzerine anlaştılar. 15-16 Ağustos 1959 gece yarısı “Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanıyla Yunanistan “Enosis”, Türkiye de “Taksim” tezinden vazgeçmiş oldu. Rum tarafından Makarios Cumhurbaşkanı, Türk tarafından Dr. Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı yardımcısı seçildi. İlk günlerinden itibaren Makarios Cumhuriyeti Enosis’e (ilhak) giden bir yol olarak gördüklerini bildirmeye başladı. 1963 yılında Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sının 13. maddesini tek taraflı olarak değiştirme kararı aldı. Hemen sonrasında, Aralık ayında, Türklerin evleri basıldı, kadın, çoluk çocuk öldürüldü, evler, işyerleri tahrip edildi, Türkler rehin alındı, ekonomik yönden abluka başladı. Birleşmiş Milletler Barış Gücü her iki bölge arasında süren bu çarpışmaları önlemek amacıyla 14 Mart 1964 tarihinde adaya gönderildi. TBMM Garanti Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak 16 Mart 1964 tarihinde adaya müdahale kararı aldı. Türk uçakları ihtar uçuşları yaptı ama bir sonuca ulaşılamadı. Rumlar Geçitkale ve Boğaziçi köylerine imha harekatına giriştiler.  28 Aralık 1967 tarihinde Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi kuruldu. Kıbrıs’ta akan Türk kanı durdurulamıyordu. Rumlar dış destekleri sayesinde gelen tüm uyarılara rağmen topyekün katliamlarını arttırıyorlar, kadın, çocuk, yaşlı demeden Türkler’i öldürüyorlardı. Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi 20 temmuz 1974 yılına kadar Kıbrıs Türklerini yönetti. 15 Temmuz 1974 tarihinde EOKA’cı Nikos Sampson Makarios yönetimine karşı bir darbe yaptı. Makarios İngilizlere sığınıp adadan kaçtı. Sampson’un nihai hedefi Türkleri yok etmek ve Enosis’i gerçekleştirmekti. Bu amaçla çeşitli yerlerde yapılan saldırılarda toplu olarak şehit edilen Türkler, Atlılar, Muratağa-Sandallar, Topçuköy, Geçitkale gibi toplu mezarlara gömülmüştür. Kıbrıs adasındaki gelişmeleri izleyen Türkiye adım adım Enosis’e giden Rum tutumunu kaygıyla izliyordu. Türkiye Türklere karşı yapılan imhayı önlemek için 20 Temmuz 1974 tarihinde Garanti Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak müdahalede bulunmak zorunda kaldı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit adaya çıkan Türk askerlerinin “Sadece Kıbrıslı Türkler’e değil, Kıbrıslı Rumlara da barış getirdiğini” söylemiştir. Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi Barış Harekatından sonra adada meydana gelen Kuzey-Güneye Rum göçü ve Güney-Kuzey Türk göçünü daha iyi düzenlemek açısından 1 Ekim 1974 tarihinde Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’ne dönüştü. 20 temmuz 1974 Barış Harekatından sonra, Türkler ve Rumlar Kuzeyde ve Güneyde ayrı ayrı yaşamaya başladılar. 13 Şubat 1975 tarihinde Otonom Türk Yönetim Kurulu ile Meclisinin ortak toplantısında “Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilan edilmesi kararı alındı. Artık iki toplum, yan yana fakat ayrı bölgelerde, bir federasyon çatısı altında yaşamalarını sürdürecekti. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasının ardından 20 Haziran 1976 tarihinde yapılacak devlet başkanlığı için seçim yapılacağı ilan edildi, aday olanlar için başvuru yapmaları istendi. Başvuru sürecinin sonunda başvuru sırasına göre adayların listesi Resmi Gazete’de yayınlandı. 24 Mayıs 1976 tarihli Kıbrıs Türk Federe Devleti Resmi Gazetesi İlk önce adaylık için başvuran isim Dr. Mustafa Şevki Lusignan idi. Lusignan hanedanlığı için yazımızın başlarında yaptığımız uyarıyı hatırladınız mı? Hemen şimdi Kıbrıslı gazeteci ve yazar Bener Hakkı Hakeri’nin(3) kaleminden dökülenleri yazalım: “Mağusa’da bir de doktor tanıdımdı. Ona ne doktoru olduğunu ne ilk konuşmamızda ne de sonraları sordum. Bana:- “bilir misin delikanlı” dediydi, “Kıbrıs’ın esas sahibi şimdikilerden hiçbiri değildir. Esas sahibi benim. İngiliz’i bunun için mahkemeye vermek istedim ama beni kimse ciddiye almadı” dedi.usumdan nelerin geçtiğini kestirdiğinizi sanıyorum. O, Lusignan (Lüzinyan) kırallığının kalıtçısı olduğunu söyleyip durdu. Dediğine bakılırsa ataları Lusignan soyundandı. Krallık tacı, asası, elbisesi ondaydı.- “geliniz” dediydi bir ara, “seçimlerde beni destekleyiniz. Bu adayı en adaletli ben yönetebilirim.” 1960’lı yıllarda kendisini tekrar görmedim. 1974 sonrasında bir kez daha Karaoğlanoğlu’nda tekrardan karşıma çıkan ve Lusignan soyundan geldiğini iddia eden bu kişiyi evinde ziyaret ettim. Yalnız değildi, evlat edindiğini söylediği bir gençleydi. Oturduğumuz oda ganimet olduğunu düşündüğüm seçkin eşyayla doluydu. Politikaya atılacağını söyledi ve yaptı da. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu ve kazanamadı.  Şimdi Kıbrıs’ın sahibi olduğunu diyen Dr. Şevki Lusignan aramızda yok. Evlat edindiği kişinin ne yaptığını bilmediğim gibi Şevki Lusignan’ın bu topraklarda dinlendiği yeri de bilmiyorum.” 2 Temmuz 1976 tarihli Resmi Gazete, M.Şevki Lusignan Başkanlık seçimlerinde 427 oy aldığının belgesi Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanlığına Rauf R. Denktaş getirildi. Başkanlık seçimlerinde adayların aldıkları oy dağılım çizelgesini de aşağıda bilgilerinize sunuyorum. Oy Dağılım Çizelgesi Yazımızın başlangıcında belirttiğimiz üzere 20 Haziran 1976 seçim sonuçlarını açıklayarak konumuzu kapatıyoruz. Bu tarihten sonra da Kıbrıs Türk Federe Devleti ve Türkler açısından birçok olaylar oldu. Ancak bunların arasında en sevindirici olanı tabii ki 15 Kasım 1983’de yaşandı. Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi self-determinasyon hakkını kullanarak oybirliği ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Rauf R. DENKTAŞ kurucu Cumhurbaşkanı seçildi. Türkler’in egemenliği süresince Kıbrıs geçmişte yaşadığı çalkantıların, acıların hiçbirini yaşamamıştır. Ancak Doğu Akdeniz’in önemi günümüzde hala gündemde ve Yakın Doğu’da siyasal, ekonomik, askeri çekişmeler hızla gelişiyor. Çalkantıların ortasında Kıbrıs durmaktadır. Kıbrıs’a hakim olan Doğu Akdeniz’e hakim olur. Hareket olan yerde bereket (para) ve faaliyet de mutlaka vardır. Bu küçük alanda İngiltere Büyük Locasına bağlı 17 locanın (St.Paul (No:2277), St.George (No:3135), Lord Kitchener (No:3402), Othello (No:5670), Lusignan (No:7453), Apollo (No:7886), Agapinor (No:8905), Cyprus Masters (No:9655), Dionysos (No:9716), King Tefkros (No:9786), Phoenix (No:9817), Zenon 18 (No:9818), Bellapais (No:9847), St.Hilarion (No:9851), Peace & Harmony (No:9852), Allegoria (No:9865), Lakeside (No:9869) Locası) olması da çok dikkat çekici. “Arşivler meselenin niçin halledilmediğini net olarak açıklar”. Rauf R. DENKTAŞ Kıbrıs uğruna canını veren tüm Şehitlerimizi Rahmetle anıyorum, Ruhları Şad olsun, mekanları Cennet olsun, unutulmasın ki Kıbrıs bizim için namusumuzdur. (1) Omne Datum Optimum, Mükemmel Hediye veya Büyük Hediye olarak da tercüme edilebilir ancak temel anlamı Tanrı işi olarak “Sorgusuz Öldürme ve Gasp Etme Yetkisi”dir. (2) Alfred Thayer Mahan, Amiral ve Amerikalı tarihçi, The Influence of Sea Power Upon History , 1890, (3) Bener Hakkı Hakeri : Kıbrıslı Türk gazeteci, araştırmacı, tarihçi, şair ve yazar, 1936 yılında Limasol’da doğdu. Lefkoşa Erkek Lisesi’ni tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Kıbrıs ve Kıbrıs Türk Tarihi ile ilgili araştırmalar yaptı, 12 Ekim 2013 tarihinde Lefkoşa’da vefat etti. Bu yazım 19.7.2017 tarihinde Deniz Ticaret Gazetesinde yayınlanmıştır.

Deniz Eskisi | Bir Çarkçı Gezgin'in Seyahatnamesi
Logo
Shopping cart